“Zulme karşı tarafsız kalan, zalimin safındadır.”
Desmond Tutu
15-16 Temmuz’da Kolombiya’nın başkenti Bogota’da gerçekleştirilen “Filistin için Acil Durum Konferansı”, dünya halklarının vicdanını temsil eden bir çağrıya dönüştü.
30’dan fazla ülkenin ve uluslararası kuruluşun katıldığı konferans, “Lahey Grubu” adı altında İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçlarını, soykırımı ve etnik temizliği durdurmak için somut adımlar atılması gerektiğine işaret etti.
Ancak bu toplantıda bir kez daha ispatlanan ve teşhir edilmesi gereken bir gerçeğe vurgu yapmak da gerekiyor. Bu konferansta Dışişleri Bakan Yardımcısı düzeyinde yer alan Türkiye, Lahey Grubu’nun hazırladığı ve İsrail’e karşı silah ambargosu ile hukuki yaptırımları içeren 6 maddelik somut eylem planına imza atmadı.
“Filistinli kardeşlerimiz” sözünü her fırsatta “duygusal” bir retorikle dillendiren Saray rejimi, söz konusu fiili yaptırımlar olduğunda bir kez daha sessizliğe gömüldü ve “kınama diplomasisi”yle yetinerek İsrail’e karşı uluslararası dayanışmanın dışında kaldı.
Sözde destek, gerçekte iş birliği
Saray rejiminin başı Erdoğan’ın ve AKP’li yetkililerin yıllardır sahnelediği “Mazlum Filistinliler” söylemi, artık içi tamamen boşaltılmış bir gösteriye dönüşmüş durumda. Saray rejimi bir yandan İsrail’i “kınıyor”, öte yandan askeri malzeme, yakıt ve teçhizat ticaretini sürdürüyor. Filistin’e gözyaşı, İsrail’e ise savaş malzemesi akıtan bu ikiyüzlü politika, Bogota’da bir kez daha tüm iğrençliği ile gözler önüne serildi. Çünkü bu kez sadece söz değil, eylem istendi. Başka ülkeler eyleme geçme kararı alırken, AKP-MHP rejimi yan çizdi. Boşuna “Ayinesi iştir kişinin, lafına bakılmaz” dememişler.
***
Konferansta konuşan Kolombiya Dışişleri Bakanı Rosa Yolanda Villavicencio, “Biz buraya yalnızca tartışmak için değil, zamanımızın en ciddi ahlaki sorunlarından biri olan Filistin halkının çektiği acılar karşısında hukuki, etik ve siyasi bir netlikle hareket etmek için geldik” dedi.
Bu çağrı, Kolombiya, Güney Afrika, Küba, Endonezya, Irak, Libya, Malezya, Namibya, Nikaragua, Umman, Saint Vincent, Grenadinler ve Bolivya’nın İsrail ile silah, mühimmat, askeri teçhizat ve yakıt ticaretini tamamen durdurmayı taahhüt etmesinde vücut buldu. “Uluslararası vicdanın” karşı cephesinde yer alan Türkiye ise bu planın dışında kalarak soykırımcı İsrail’in safında olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bu, sadece bir dış politika tercihi değil, aynı zamanda ahlaki çürümüşlüğün, ikiyüzlülüğün ve siyasi iflasın da bir göstergesidir.
İsrail’le ticarete devam
Ortada tek bir gerçek var: Saray rejimi, İsrail ile olan askeri ve ticari ilişkilerini kesmemekte ısrar ediyor.
Ticaret Bakanlığı’nın verileri, bu ilişkinin derinliğini ortaya koyuyor. Gazze’de soykırımın başladığı Ekim 2023’ten bu yana Türkiye'den İsrail'e artarak devam eden ihracatın büyük bölümü, askeri ve “çift kullanımlı” teknolojileri de kapsıyor.
Yakıt, elektronik ekipmanlar, yedek parçalar ve daha fazlası, AKP rejiminin “kınama” açıklamalarına rağmen Tel Aviv’e ulaşmaya devam ediyor.
Bogota'da kabul edilen 6 maddelik eylem planı, tam da bu gibi ilişkileri kesmeye odaklanıyor. Planda yer alan şu maddeler Türkiye'nin çifte standardını doğrudan hedef alıyor:
“İsrail’e yönelik silah, mühimmat, askeri yakıt ve teçhizat transferlerinin tamamen durdurulması,
Bu ürünleri taşıyan gemilere liman kullanımının yasaklanması,
Kamu sözleşmelerinin gözden geçirilerek İsrail’in işgal rejimine destek sağlayan tüm anlaşmaların iptali,
Evrensel yargı ilkesi çerçevesinde uluslararası ceza mekanizmalarının desteklenmesi.”
Türkiye bu adımların hiçbirine yanaşmadı. Çünkü bu adımlar, sadece İsrail’e değil aynı zamanda emperyalist merkezlerle olan ittifak ilişkilerine de dokunuyor.
Her fırsatta NATO’nun jandarmalığını üstlenmeye hazır olduğunu beyan eden Türk sermaye devleti, ABD’yle ipleri germek istemiyor.
Saray rejimi İsrail’le alttan alta yürütülen ortaklıkları kesmeyi göze alamıyor. Tam da bu yüzden “eylemden kaçınan” bir dış politika izliyor. Ne de olsa Türk devleti, emperyalist/Siyonist güçlerin “Yeni Ortadoğu Projesi’nin taşeronluğunu yapıyor.
***
Lahey Grubu'nun Bogota toplantısı, soykırıma karşı küçük bir adım olsa da halkların vicdanında büyük bir adım olarak algılanıyor.
Güney Afrika’dan Kolombiya’ya, Küba’dan Malezya’ya kadar 12 ülkenin bu “cesur” adımı, elbette kayda değerdir. BM Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese’nin “Artık söz değil, yaptırım zamanı” çağrısı, birçok ülkenin giderek daha fazla benimsediği bir eksene dönüşüyor.
Bu bağlamda, 18 Eylül 2024’te BM Genel Kurulu’nda kabul edilen kararın (İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi) belirlediği süre dolmadan, yani Eylül 2025’e kadar devletlerin net tavır alması gerekiyor. Türkiye ve Ortadoğu’nun çağdışı rejimleri ise bu süreci geçiştirme ve durumu idare etme yoluna gitmiş görünüyorlar.
Saray rejimi ve Ortadoğu’nun Amerikancı kabile devletleri ne kadar “Filistin’in yanındayız” dese de gerçekler ortada. Bunlar, katliamın sürdüğü bir dönemde fiilen İsrail’le iş birliği içinde. Yani suç ortaklığı yapıyor!
Che Guevara’nın dediği gibi: “Dünyanın neresinde olursa olsun, adaletsizlikle savaşmayan, bir gün onun kurbanı olur!”
Bugün artık Filistin halkıyla dayanışmak sadece bir duygu meselesi değil; aynı zamanda açık ve net bir politik tutum ve pratik adım meselesidir.