“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
- çürüyen diş, dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...”
Nazım Hikmet
Emperyalist/kapitalist düzende burjuvazinin çıkarları her şeyin üstündedir. Hakim olan devlet düzeni de sınıfsal olarak tüm mekanizmalarıyla buna endekslenmiştir. Üretim araçlarının bu asalak sınıfın özel mülkiyetinde olması, onların doğaya, çevreye ve insan yaşamına karşı umarsızca davranmalarının da asıl sebebidir. Marx’ın“Sermaye %300 kar için, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılamayacağı tehlike yoktur” saptaması kapitalistin genel karakterini anlatır.
Amazon ormanlarının yakılarak veya kesilerek çiftliklere ve tarım arazilerine dönüştürülmesi, Ozon tabakasının genişliğinin neredeyse Güney Amerika kıtası kadar büyümesi, çölleşmenin dünya üzerinde had safhaya gelmesi, denizlerin ve okyanusların çöplüğe dönüşmesi, birçok hayvan neslinin tükenmesine sebep olan kontrolsüz avcılığın yaygın bir şekilde yapılması vb… birçok etkenin doğaya ve insan yaşamına verdiği zararın boyutları dehşet vericidir. Tüm bu yağma ve talanın kaynağı kapitalist üretim modeli ve kâr hırsıdır.
Kapitalist şirketlerin kâr ve rant uğruna doğayı ve çevreyi hunharca yağmalaması ve katletmesi her geçen gün daha da büyük bir sorun haline geliyor. Yoğun olarak kullanılan sıvı ve katı yakıtların çevreye ve doğaya verdiği zararın boyutları felaket düzeyine ulaştı. Üretimin için kullanılan ham madde ihtiyacı (metal, petrol, kereste) doğadan karşılanmaktadır. Enerji üretiminin temelinde ise temiz enerji kaynaklarına yönelim olsa da hala da etkin olarak fosil yakıt, termik, nükleer ve hidroelektrik santraller bulunuyor.
Bugün dünyada hava kirliliğinin yaklaşık %40’ına tek başına termik santraller neden oluyor. Öte yandan, bu santrallerin çalışma prensibi gereği su da yoğun olarak kullanılır. Bu da ciddi derecede su ve toprak kirliliği yaratmaktadır. Nükleer santraller doğru kullanıldığında termik santrallere göre kısmi olarak daha temiz olsa da olası bir kazanın boyutları felaket düzeyindedir. Çernobil nükleer santralinde yaşanan kazanın etkileri ve o coğrafyaya verdiği zarar korkunçtur, aynı şekilde Fukuşima nükleer kazasının da benzer sonuçları oldu. Fakat kapitalistler tüm bunların çevreye, doğaya ve yaşama verdiği zararı önemsemiyorlar. Onlar kârlarına bakarlar ve bunun için ellerinden gelen her şeyi yaparlar.
Türkiye’de de doğanın ve çevrenin rant uğruna talan edilmesi için tüm kapılar ardına kadar açıktır. Özellikle AKP döneminde bu durum korkunç boyutlara vardı. Sadece yakın döneme bakacak olsak bile, doğa ve maden katliamına yönelik onlarca örnek bulabiliriz. Kaz dağları, Akbelen, Dikmece, Salda gölü, Hasankeyf vb. yerler yok edildi, fakat en yenisi olan ve göz göre göre gelen Erzincan çöpler altın madeninde yaşanan felaket geçmişin de aynası oldu. Anagold altın şirketinin işlettiği maden ocağında altın çıkarmak uğruna hiçbir çevresel etken gözetilmemiş. Onlar için yeter ki kâr, getirsin gerisinin bir önemi yok.
Sermaye için ne insanın ne doğanın ne de hayatın bir kıymeti var. Kâr ve rant getirecek her şeyi talan etmek, sermayenin tipik karakteridir. Dolayısıyla bu ölüm ve talanı durdurmak ancak sermaye egemenliğine son verildiğinde mümkün olacaktır.
Esenyurt’tan bir işçi