Türkiye’de Alevi emekçilerin maruz kaldığı mezhepsel ayrımcılığın etkilerini kuşkusuz ki Alevi kadınları daha fazla yaşamaktadır. Katliamların, asimilasyon politikalarının, mezhepsel ezilmişliğin ve dışlanmışlığın sonuçları ataerkil kültürün kadına yönelik gerici bakışı ile birleşmekte, Alevi kadınların yaşadıkları sorunları derinleştirmektedir.
Mevcut toplumsal yaşama baktığımızda Alevi emekçilerin yaşadığı ayrımcılık AKP gericiliği döneminde daha da artmıştır. Sermaye devletinin Türk-İslam sentezli sistematik asimilasyon politikaları AKP iktidarı eliyle toplumsal yaşama daha belirgin olarak dayatılmakta, buna zaten güdük olan laiklikten giderek uzaklaşan gerici politikalar eklenmektedir. Bu tabloda Alevi inancındaki kadınların yaşam alanları giderek daralmakta, hak ve özgürlükleri yok sayılmaktadır. Dinsel gericiliğin toplumsal yaşama yönelik hedefleri ve yaşam tarzına müdahaleleri, farklı bir mezhebin mensubu olarak Alevi kadınları doğrudan etkilemektedir. Gelinen yerde Alevi kadınlar için kendini ifade etmek giderek zorlaşmaktadır. Örneğin zorunlu din dersine karşı mücadele veren Aleviler, şimdi eğitim alanının topyekûn dinselleştirilmesi tehdidi ile karşı karşıyadır.
Toplumsal yaşamda karşılaşılan bu sorunlar sınıfsal ezilmişlikle birleştiğinde haliyle Alevi kadın emekçilerin yaşadıkları sorunları iyice ağırlaştırmaktadır.
Ötekileştirme politikaları fabrikalarda da yankı bulmaktadır. Özellikle Ramazan ayı döneminde oruç tutup tutmamaları üzerinden yaşanan “mahalle baskısı” çoğu fabrikada devam etmektedir. Ramazan ayında işyerlerinde masraftan kaçındığı için yemek çıkarmayan kimi patronların oruç tutanlarla tutmayanları karşı karşıya getirdiği bilinmekte, Alevi kadınlar bu tartışmaların içinde, baskının çeşitli türleriyle birlikte çalışmak zorunda kalmaktadır.
Daha çok kadınlar üzerinden kurgulanan saldırılardan biri de Alevilere yönelik hakaretler, aşağılayıcı ve karalayıcı söylemlerle gerçekleşmeye devam etmektedir. Geçmişten bugüne “mum söndü” vb. türünde karalayıcı iftiralar yine kadınlar üzerinden gerici algılarla birlikte günümüze dek sürdürülmüştür.
Yine bilindiği üzere Aleviler inançlarından ötürü pek çok katliama maruz kalmıştır. Sindirme-yok etme amaçlı bu katliamlarda kirli savaş politikalarından biri olarak tecavüz saldırısı da kullanılmıştır. Bu konuda örneğin Dersim katliamında Kürt-Alevi ve Ermeni kadınlarının yaşadıkları zulümler, bunun en çarpıcı örnekleridir. Bu katliamda kadınlar tecavüzden kurtulabilmek adına kendilerini uçurumlardan atmıştır. Öte yandan katliam sonrası öldürülmeyip, sağ kurtulan kız çocuklarının çeşitli illere gönderilerek yaşamak zorunda bırakıldıkları işkence bir hayat boyu sürmüştür. Kimlikleri zor yoluyla silinen bu kadınlar gerek emek sömürüsünün gerekse cinsel istismarın hedefinde “yaşamak” üzere, çoğunluğu ordu mensubu kişilerin ellerine teslim edilmiştir.
Bir başka çarpıcı örnek olarak 1966 yılında yaşanan Ortaca katliamına bakmak yeterlidir. Bu katliama vesile olan olaylar “Alevilerin namusu olmaz” denilerek Alevi kadınların tecavüze uğraması ile fitillenmiştir. Bu gerici anlayışın etkileri, dinsel gericiliğin giderek arttığı günümüz koşullarında Alevi kadınlara yönelik bir tehdit olarak halen devam etmektedir.
Dinsel gericiliğin bu saldırganlığını IŞİD gibi diğer gerici çeteler eliyle gerçekleşen saldırılara baktığımızda da görmekteyiz. Sünni İslam dışında olan farklı inançlardan kadınların Müslüman erkeklere helal olduğuna dair verilen fetvalarla tecavüz saldırısına kılıf bulunmaktadır. Nitekim Ezidi kadınlar başta olmak üzere bölgedeki Alevi veya farklı kimlikten kadınlar bu saldırıların hedefi olmuştur.
AKP gericiliğinin artmasıyla birlikte, dinsel gerici zihniyetin kendi dışındaki inançtan ve kimlikten farklı kadınların “helal” olduğuna dair söylemleriyle daha sık karşılaşır olduk. Bunu referandum döneminde “‘Hayırcı’ların kadınları helaldir” türünden örnekler üzerinden de gördük. Gericiliğin artan etkisinin böylesi saldırgan sonuçlarını Alevi kadınların daha fazla yaşadığı-yaşayacağı bir sır değildir.
Tüm bu sorunlara karşı başta kadınlar olmak üzere Alevi emekçiler örgütlü mücadele ile sorunlara çözüm aramalıdır. Zira sömürü düzeninde yaşanan her türden ayrımcılığa ve gericiliğin artan saldırılarına, örgütlü mücadele olmadan karşı konulamayacağı açıktır.