Merkez Bankası, perşembe günü açıkladığı Enflasyon Raporu’nda önümüzdeki iki yıl için enflasyon hedeflerini değiştirmediğini duyurdu. 2025 yıl sonu enflasyon beklentisini %24 olarak sabit tutan rapor, sermaye çevreleri tarafından bile inandırıcı bulunmadı. "Risklerin farkındayız" şeklinde konuşan Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın ve başta Mehmet Şimşek olmak üzere maliye yönetiminin umutlarını, alım gücünün düzenli olarak düşürülmesi politikasına bağladıkları bu raporla bir kez daha netleşmiş oldu.
Rapor, bir kez daha ortaya koyuyor ki “sıkı para politikası” adı altında alım gücünü zayıflatmak ve böylece iç talebi kısmak dışında, iktidarın ve onun bürokratlarının herhangi başka bir ekonomik planı bulunmuyor. Bu planın, artık hiçbir gerçekliği kalmamış enflasyon rakamlarına etkisinin ne olacağı bir yana, krizin faturasının yine işçi sınıfı ve emekçilere kesilmesi politikasında ısrar edildiğini gösteriyor. Yani iktidar, yoksulluk girdabına iyice sürüklenen geniş halk kesimlerini daha da yoksullaştırarak enflasyonu düşürebileceğini söylüyor.
Ne yıl sonu için dile getirilen %24 tahmini gerçektir, ne de 2026 için öngörülen %12 rakamı. Zira yılın ilk dört ayında enflasyonun şimdiden %14’e ulaşmış olması, bu hedeflerin gerçeği yansıtmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Ancak burada asıl önemli olan, enflasyon rakamlarının ne olduğu ya da olacağı değil, işçi sınıfı ve emekçilerin gerçek alım gücünün ne durumda olduğudur. TÜİK’in tartışmalı verileri, sepet oyunları ya da bürokratların manipülasyonlarıyla enflasyon oranı kâğıt üzerinde belki bir nebze geri çekilebilir. Fakat halkın cebindeki gerçek kayıplar, bu illüzyonlarla gizlenemez.
Her ne kadar Merkez Bankası Başkanı, asgari ücrete ara zam olacak mı sorusuna “o bizim işimiz değil” diyerek yanıt vermiş olsa da, iç talebin daraltılması yönünde yapılan yoğun vurguların ardından, iktidarın ve onun bir aparatı haline gelen Merkez Bankası’nın bu konudaki niyeti gayet açıktır.
Düşük ücret politikası devam edecek, bu yolla reel alım gücü daha da düşürülecek; yoksulluk derinleşirken iktidar, geniş emekçi kesimleri kâğıt üzerinde düşen enflasyon rakamlarıyla oyalamaya çalışacaktır.
Düşen alım gücü ve derinleşen yoksulluk, iktidarı ve bürokratlarını zerre kadar ilgilendirmemekte; aksine, krizden tam da bu yoksulluğu daha da ağırlaştırarak çıkmayı hedeflemektedirler. İşçi sınıfı ve ücretliler yaşadıkları sefalet ve yoksulluk koşullarına mahkûm edilmekten kurtulmak istiyorlarsa, derhal ücret artışı talebiyle mücadeleye atılmalıdırlar.
Yoksulluk ve sefaletten kurtuluşun yolu; grev ve direnişleri yaygınlaştırıp var olanları büyütmekten sermayeye ve onu koruyan iktidarın riyakâr politikalarına karşı topyekun mücadeleyi örgütlemekten geçmektedir.