Toplumsal mücadele tarihine kendine özgü yanları üzerinden damgasını vuran büyük halk hareketi Haziran Direnişi’nin üzerinden 12 yıl geçti. İktidarın Gezi Parkı'nın yerine Topçu Kışlası yapmak istemesine karşı başlayan direniş, yıllarca süren ekonomik, sosyal ve siyasal baskıların birikimiyle kısa sürede görkemli bir halk hareketine, beklenmedik bir toplumsal patlamaya dönüştü.
Haziran Direnişi günlerinde farklı toplumsal ve siyasal kesimlerden milyonlarca insan eylemlere katıldı. Ortak payda, ülkeyi talan eden, baskı ve sömürü politikalarını büyük bir aymazlıkla uygulayan, tüm topluma kendi gerici ideolojisini dayatmaya çalışan AKP iktidarına karşı duyulan öfke ve tepkiydi.
Ülkenin 80 ayrı şehrine yayılan eylemlerde halk günlerce sokaklarda, meydanlarda parklarda baskı ve zorbalığa karşı direndi. Eylemler sırasında uygulanan ölçüsüz polis şiddeti ve kışkırtılan gerici güruhların saldırılarında Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Abdullah Cömert, Medeni Yıldırım ve Berkin Elvan hayatını kaybetti. Binlerce insan yaralandı. Hem direniş günlerinde hem de sonrasında binlerce kişi göz altına alındı, yargılandı, yüzlercesi “bu daha başlangıç” diyen milyonlara göz dağı olsun diye tutuklandı.
Haziran Direnişi geri çekilmeye başladığında yarattığı değerler, yol açtığı umut sönümlemenden geniş kitlelerin bilinç ve hafızasında yer tutmaya devam etti. O günden bu yana yaşadığı büyük sarsıntıları baskı ve zorbalık politikalarını derinleştirerek aşmaya çalışan AKP iktidarının “Gezi Sendromu” ise hiçbir zaman dinmedi. Erdoğan ve şürekâsı dışa vuran her eylemli tepkide bu muazzam kitle kalkışmasının provasını gördü.
Bugün kitleler bir kez daha AKP iktidarına ve onun sonu gelmez baskı ve sömürü politikalarına karşı direniyorlar. 19 Mart’ta İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan ama daha en baştan bu sınırları aşarak saray rejimine karşı bir mücadeleye dönüşen eylem dalgası, bu ülkede bu tür hareketlerin tekrar tekrar yaşanacağını ortaya koyuyor.
Ancak bir eşik aşılmadan, Haziran Direnişi’nin esas kitle tabanını oluşturan emekçi kitleler bağımsız devrimci bir çizgide örgütlenip, işçi sınıfı toplumsal mücadelenin öncüsü konumuna getirilmeden, toplumun yükselttiği temel hak ve özgürlüklere dayalı taleplerin kazanılması mümkün görünmüyor.
Bu görevin yerine getirilmesi, başta Gezi’de yitirdiklerimiz olmak üzere, yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca emekçiye karşı tarihsel bir sorumluluk olarak omuzlarımızda duruyor.