Hafta sonu Cenevre’de sürdürülen ABD-Çin ticaret görüşmeleri 90 günlük bir ateşkes ile sonuçlandı. Buna göre bu dönem boyunca Çin mallarına uygulanan gümrük vergisi %145’ten %30’a düşmüş olacak. Buna karşın ABD’den yapılan ithalata Çin %10 vergi uygulayacak. Aslında bu geçici uzlaşma, Trump’ın 2 Nisan “Kurtuluş Günü”ndeki, “Soyulduk,yağmalandık” sözleriyle ilan ettiği keskin tezlerinden geri adım atması anlamı taşıyor.
Zaten bu süreçte Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Trump’ın görüşme taleplerine kulak asmadı. Nisan ayında Çin’in ihracatının %8,1 artması da konulan ağır gümrük vergilerinin ekonomide travmatik bir etki yaratmadığını gösterirken, ABD’de market raflarının boşalmaya yüz tuttuğu gözlendi. Tüm bunlar Pekin’in elini güçlendirdi. ABD heyetine Hazine Başkanı Scott Bessent’in başkanlık etmesi de şahin duruşuyla tanınan Trump’ın danışmanı Peter Navarro’nun görüşlerinin arka plana itilmesi, daha ılımlı bir zihniyete yetki verilmesi olarak yorumlanabilir.
Trump’ın körfez ziyareti
Ticaret pazarlıkları tartışıla dursun, Trump yeni dönemin ilk yurtdışı gezisini Körfez monarşileri Suudi Arabistan, BAE ve Katar’a yapmak üzere yola çıktı. Gezinin jeopolitik bir gündemi olmadığı vurgulanarak, söz konusu Arap ülkelerinin Gazze’de soykırım sürürken bu trajediyi gündeme bile getirmeyecekleri, ABD’yle ekonomik işbirliğini öne çıkaracakları, yani az ötede kan akarken kendi maddi çıkarlarına bakacakları anlaşılmış oldu.
Geziye Elon Musk, Sam Altman, Mark Zuckerberg ve Larry Fink gibi Trump’ın milyarderler karması da katılıyor. Böylelikle gerici Körfez ülkelerinin petrodolarları ile ABD’nin teknoloji devleri arasında bir bütünleşme amaçlanıyor. Suudi Veliahtı Muhammed bin Salman dört yılda ABD’ye 600 milyar dolar yatırım taahhüdünde bulunurken, BAE 10 yılda 1.4 trilyon dolar yatırım sözü verdi. Gezinin Doha ayağında Katar’ın da yüz milyarlarca dolarlık bütçeyle bu kervana katılması bekleniyor. Büyük ölçüde silah ve uçak alımlarını içeren anlaşmaların, bir bakıma çok kutuplu bir dünya tasarımında Çin ve Rusya ile de yakın ilişkiler geliştiren Körfez rejimlerinin, dengeyi yeniden ABD lehine kurma anlamı taşıdığı da düşünülüyor.
Hem ziyaret hem ticaret
Benzer bir gezi Biden, Clinton, Obama dönemlerinde de düzenlenebilirdi. Trump’ı önceki başkanlardan ayıran nokta, hiç gizlemeye gerek duymaksızın ABD’nin gücünü ve ağırlığını kendi zenginleşmesi için seferber etmesidir. Ön hazırlık olarak geçtiğimiz haftalarda oğlu Eric Trump, ailenin emlak ve kripto para girişimleri için BAE ve Katar’ı ziyaret etti. Ardından Dubai’de süper lüks bir otel ve kule, Doha’da ise bir golf sahası yatırımı için anlaşmaya varıldığı açıklandı.
Trump’ın resmi gezileri daha da zenginleşmek için bir fırsata dönüştürdüğü eleştirilerine, Beyaz Saray sözcüsü Leavitt, “O lüks bir yaşamı ve çok başarılı bir emlak imparatorluğunu vatanına hizmet için terk etti. Başkanlık nedeniyle büyük kayıplara uğruyor” şeklinde dokunaklı, ama hiçbir inandırıcılığı bulunmayan bir cevap verdi.
Maga bloku
The Guardian gazetesinde “Küresel kapitalizmi reforme edebilir miyiz?” başlıklı kapsamlı bir makale kaleme alan John Cassidy, Trump’ın bulunduğu mevkii nasıl algıladığını şöyle açıklıyor:
“Trump 2.0 popülist ekonomik milliyetçiliğin, Silikon Vadisi’nin iş bitiriciliğinin ve kökleri Ronald Reagan’a kadar gider zenginleri besleyen vergi politikalarının bir bulamacını temsil ediyor. Bu bileşenlerin her biri farklı amaçlarla, farklı çıkarlara karşılık geldiği için bu yönetimin politika çatışmaları ve bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) ile malul olacağını tahmin etmek zor değil. Ama Trump’ın kişisel anlamda açık amaçları bulunuyor. Bunlardan biri, en son kripto girişiminden görüldüğü gibi kendini ve ailesini zenginleştirmek. Bir izleme grubunun son raporlarından birine göre, son altı ayda ailesinin serveti kripto yatırımlarının piyasa fiyatı temelli 2.9 milyar dolar arttı. Daha geniş bir perspektiften bakılırsa, küresel kapitalizmi her biri kapalı sınırlar ve yüksek gümrük vergileriyle korunan ulusal ve bölgesel bloklarla yeniden şekillendirmeye niyetleniyor.” (John Cassidy, Outdated and unjust: can we reform global capitalism! The Guardian 9 Mayıs 2025).
Trump da temsil ettiği egemen sınıf çıkarlarıyla, oylarını aldığı alt-orta sınıf kitlelerin özlemlerinin örtüşmediğinin farkında. İlk döneminde kurumlar vergisini %35’ten %21’e düşürmüş, bu hamle büyük bütçe açıklarının temel kaynağını oluşturmuştu. İkinci döneminde de şimdi 4 trilyona çekilen 4.5 trilyon dolar vergi indirimi sözü vermişti. Ülkedeki gelir ve servet farklılığı uçurumlarının arttığı bir ortamda geçen hafta yıllık geliri 2.5 milyon doları, iki eşin toplam geliri 5 milyon doları aşanlara ek vergi getirilmesine taraf olduğunu, ancak bunun Cumhuriyetçi ağırlıklı Kongre’den geçmeyeceğini söyledi. İş zenginleri vergilendirmeye gelince, her konuya egemen güçlü başkan imajını bir yana bırakarak, topu Kongre’ye atmış oldu.
Aşırı sağın Gramsci sevdası
Trump’ın Amerikan rüyasının gerçekleştirilmesine olanak tanıyacak sanayi istihdamını geri getireceği nostaljisine ikna olan kitlelerle, tekelci sermayenin çıkarlarını nasıl bağdaştıracağı üzerine ciddiyetle kafa yoran düşünce kuruluşları var. Bunların başında da Heritage Vakfı ve Trump ideolojisinin köşe taşlarını dizen 2025 Projesi geliyor.
Aşırı sağın diline pelesenk ettiği Kültürel Marksizm diye bir kavram bulunuyor. Bu ifade üretim ilişkileri Marksist temellerde şekillenmese de, solun kültürel bir hegemonyaya sahip olduğu tezine dayanıyor. Burada sol Gramsci’nin yolundan giderek; basını, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını, çoğu hükümet organlarını ele geçirdiyse, hatta DİE diye kısaltılan çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık sloganı üzerinden nasıl şirketleri etki alanına aldıysa biz de aynı yolu izlemeliyiz sonucu çıkarılıyor.
Muhtemelen Trump Gramsci’nin ismini bile duymamış olsa da, ona ideolojik malzeme üreten ekipler harıl harıl Hapishane Defterleri’ni hatmediyorlar. Kendi medya ayaklarımızı, düşünce kuruluşlarımızı oluşturmalıyız, Hristiyan kiliselerinde örgütlenmeliyiz, kürtaj hakkına, LGBTQ+ haklarına, göçmenlere ve sivil haklar kazanımlarına karşı savaş açmalıyız düsturuna sarılıyorlar.
Proje 2025’e göre; Çin, küreselleşmeciler, akademik elitler, solcular, sosyalistler, komünistler baş hedeflerdir. İnsan hakları, ırksal adalet, toplumsal cinsiyet eşitliği, çevre koruması işinde gücündeki çalışkan Amerikalının düşmanlarıdır. (Bu konunun kapsamlı bir tartışması için Jerry Harris, The Right Reads Gramsci: Project 2025 and Neo-Fascism, Convergence 24 Nisan 2024).
Son zamanlarda Trump’ın başta Harvard üniversitelere karşı açtığı savaş bu kapsamda değerlendirilmelidir. Aslında “milletime” karşı “cumhuriyet elitleri” söyleminden; bir taraftan kendi ve ailesi zenginleşirken, emeğe karşı sermayenin çıkarlarını hayata geçirirken, öte yandan aile, din, mezhep temelli kültürel kodlar üzerinden, özelikle taşradan oy devşirmeyi başaran siyaset anlayışından biz de böyle bir “kültür savaşına” aşinayız.
Ne yapmalı?
Peki ne yapmalıyız? Marksist Akademisyen John Bellamy Foster’a göre; Trump’ın dayandığı MAGA hareketinin başarısı liberal-solun postmodernizm ve kimlik politikalarına takılıp kalarak, işçi sınıfını terk etmesinden; sömürü, yoksulluk, ekonomik ve toplumsal gerileme sorunlarından kopmasından kaynaklanıyor. Bu da Marx’ın “ihtiyaçlar hiyerarşisi” kavramına dönmeyi; istihdam, sağlık, konut, özgürce insani gelişim, toplum, kişinin kendi bedenini kontrol hakkı ve son tahlilde toplumun demokratik kontrolü gibi reel maddi ihtiyaçlara dönmeyi gerektiriyor. (John Bellamy Foster, The MAGA Ideology and The Trump Regime, Monthly Rewiev 1 Mayıs 2025). Kanımca yukarıdaki analiz bizlerin de üzerinde düşünmesini, gerekli dersleri çıkarmasını gerektiriyor…
BirGün / 13.05.25