Avrupa’nın silahlanmasında nükleer aşama

Avrupa'nın Gündemi'nde Almanya'nın nükleer silahlanma planı, Fransa'da emekçilerin cebinden sermayeye aktarılan milyar avrolar ve İngiltere'de yeni sosyal kesinti yasası var.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 13 Temmuz 2025
  • 20:00

Almanya’nın militarizasyonu, sadece geleneksel silahlarla en üst düzeyde donatılması ve askerlik hizmetinin yeniden zorunlu hale getirilmesi tartışmaları eşliğinde sürmüyor. Ülkenin nükleer silahlanması da orta vadeli planlar arasında.

İngiltere’de bir yıldır iktidarda olan İşçi Partisi, bütçe açığı gerekçesiyle sosyal yardımlarda kesinti yapan yeni bir yasayı parlamentodan geçirdi. Taslağın ilk hali toplumun tepkisini alıp partinin kendi milletvekillerinin birçoğunun da itirazı ile karşılaştı. Bunun üzerine hükümet tasarıda bazı değişiklikler yapmak zorunda kaldı.

Fransa’da ise Macron-Bayrou Hükümeti, 2026 bütçesinden 40 milyar avro tasarruf etmek için kamu harcamalarının dondurulmasını öngören “sıfır zam yılı”nı gündeme alırken, emeklilik maaşlarında kesinti yapılacağı söylentileri de dolaşıma sokuldu. Sermayenin sözcülüğünü yapan ekonomi çevreleri ve “uzman” gazeteciler, ise kesintinin kaçınılmaz bir gereklilik olduğu fikrini topluma empoze etmeye uğraşıyorlar. Böyle bir dönemde çarpıcı bir itiraf geldi: Senatoda kurulan araştırma komisyonu, 2023 yılında şirketlere tam 211 milyar avro kamu yardımı sağlandığını resmen açıkladı.

Atom bombasına giden yol

German Foreign Policy
Almanya

Berlinli dış politika uzmanları, Almanya ve Avrupa’nın bağımsız bir nükleer yeniden silahlanması arayışında temkinli bir yaklaşım öneriyor. Alman Dış İlişkiler Konseyi (DGAP) tarafından yayımlanan Internationale Politik dergisinin güncel sayısına göre, yalnızca bir Fransız nükleer şemsiyesine boyun eğmek yeterli değil. Fransa, Kırma Gücü’nü (Force de Frappe) Rus karar alma merkezlerini tamamen yok etme tehdidiyle caydırıcılık sağlamaya odakladı. Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsüne (SWP) göre, Fransa taktik nükleer silahlara sahip değil ve bu nedenle Doğu Avrupa’da bu tür silahlarla bir Rus saldırısına yeterli yanıt veremez. Bir Alman veya Avrupa bombasının derhal edinilmesi, şiddetli bir direnişi tetikleyecek ve birçok başka devleti nükleer silah edinmeye teşvik edecektir. Bu nedenle, ABD’nin nükleer şemsiyesini bir süreliğine güvence altına almak ve bu arada kendi nükleer teknolojik kabiliyetlerini sessizce geliştirmek önemlidir. ABD’de şu anda Çin’e karşı bir nükleer ilk saldırı tartışılıyor.

AB’nin nükleer silahlanma konusundaki temel seçeneği, Fransa’nın nükleer silah potansiyeline güvenme şeklinde devam ediyor. Internationale Politik dergisinde yer alan makaleye göre, “Paris, 2020 yılından bu yana Avrupa ortaklarını, Fransa’nın Avrupa caydırıcılığındaki rolünü birlikte görüşmek üzere ikili diyaloglara davet ediyor.”

Alman hükümeti de bu konuda Fransız hükümetiyle görüşmeler yürütüyor. Ancak bu seçeneğin ciddi dezavantajları var. Berlin’deki Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP), Fransız nükleer cephaneliğinin özellikle “Rusya’nın karar alma merkezlerini kabul edilemez bir hasarla tehdit etmek” için tasarlandığını belirtiyor.  Ancak Fransa, sözde taktik nükleer silahlara sahip değil. SWP, Rusya’nın örneğin Doğu Avrupa’da bu tür taktik nükleer silahlar kullanması durumunda, Paris’in “Nükleer potansiyelini kullanarak kontrolsüz bir tırmanışa -ve dolayısıyla ulusal intihara- kalkışma riskini göze almasının” pek olası olmadığını belirtiyor. Dahası, Fransa -Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un en son mayıs ayında vurguladığı gibi- nükleer kullanım üzerindeki tek karar alma yetkisinin kendisinden alınmasına hiçbir şekilde izin vermeye hazır değil. Macron, bu yetkinin gelecekte yalnızca Paris’te kalacağını açıkladı.

Almanya’nın kendi başına bir nükleer bomba üretme seçeneği de tartışılıyor. Bu, maliyetli ve zaman alıcı olarak görülüyor; ancak Der Spiegel dergisinin bildirdiğine göre, “Berlin diplomatları özel olarak bu senaryoyu göz ardı etmiyor.” Kabul etmek gerekir ki, böyle bir adım ciddi siyasi çalkantı ve çatışmalara yol açacaktır. Örneğin, Internationale Politik’e göre Rusya, “Nükleer yayılmayı önlemek için muhtemelen mümkün olan her şeyi yapacaktır.”

Rusya’nın hatırı sayılır bir nüfuzu var; çünkü “stratejik ve taktik nükleer silahlar aracılığıyla bir tırmanma avantajına” sahip olmaya devam ediyor. ABD’nin de “Avrupalıların kendi nükleer silahlarını geliştirmesine pek ilgisi yok.” Makale, Almanya veya hatta birkaç Avrupa devletinin “Kendi cephaneliklerini inşa edip Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması gibi sınırlamaları terk etmesi halinde”, “Sonuç daha fazla istikrarsızlık olacaktır” diye devam ediyor: “Dünya çapındaki devletler muhtemelen bu örneği izleyecektir” -“bu da istikrarsız, nükleer silahlı bir Avrupa’ya”, “öngörülemeyen iç ve dış politika dinamiklerine” ve dahası “dünya çapında giderek artan sayıda nükleer silah sahibine” yol açacaktır. Bu yol son derece risklidir.

Uluslararası Politika, Federal Cumhuriyet’in olası bir eylem planı için “üç ana görevi” ele alıyor. Makale, “İlk olarak,” diyor, “ABD’yi mümkün olduğunca Avrupa’nın savunmasında tutmaya çalışmak gerekir.” Bunun arka planında, AB’nin herhangi bir nükleer silahlanmasının önemli miktarda zaman gerektireceği ve Avrupa nükleer silahlarının şu anda Avrupa’da konuşlu olan ABD nükleer silahları kullanılarak faaliyete geçirilmesine kadar bir köprü kurulması gerekeceği gerçeği yatmakta. “İkincisi,” diye devam ediyor Internationale Politik, Avrupa devletleri “Konvansiyonel kapasitelerini genişletmeli,” çünkü onlar da Rus hesaplarını değiştiriyor. Üçüncüsü ise, “En kötü senaryoları simüle etmek, nükleer doktrinleri uyarlamak, teknolojik yeterlilikleri genişletmek ve ek nükleer yetenekler edinmek için Avrupa’da kapsamlı bir nükleer diyaloğu teşvik etmeleri” gerekecek. Bu, Almanya’yı veya daha doğrusu AB’yi kendi nükleer silahlarını nispeten hızlı bir şekilde üretme konumuna getirecek. Internationale Politik, “İkilem,” diye özetliyor, “ABD’yi Avrupa’nın caydırıcı gücünde tutarken aynı zamanda alternatifler geliştirmek”; ve bunu “Washington’a artık ihtiyaç duyulmadığı izlenimini vermeden” yapmak...

Bu bağlamda, Başbakan Friedrich Merz, yakın zamanda Federal Meclisteki Hristiyan Demokrat Birliği (CDU)/ Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) Parlamento Grubu Başkanı Jens Spahn’ın bir önerisine yanıt verdi. Spahn, Avrupa’nın “Caydırıcılık kapasitesine sahip olması” gerektiğini belirtmişti. Almanya, Belçika, Hollanda ve İtalya’da konuşlu ABD nükleer silahlarının bunun için yeterli olmadığını söyledi.

Almanya’nın nükleer silah edinip edinmemesi gerektiği sorulduğunda Spahn, “Hangi savunma reflekslerinin hemen ortaya çıkacağını biliyorum, ama evet: Bağımsız bir Avrupa nükleer şemsiyesi hakkında bir tartışma yapmalıyız” dedi. Bunun için Alman liderliği gerektiğini de ekledi: “Metafora sadık kalmak gerekirse, Fransa neredeyse kesinlikle kırmızı düğmesine basmamıza izin vermeyecek.” Spahn, nükleer silahlanmanın pahalı olacağını kabul etti; ancak “nükleer silahları caydıramayanlar” “dünya siyasetinin oyuncağı” haline geleceklerdi. Merz, önerinin erken olduğu konusunda uyardı. “Önümüzdeki yıllarda, hatta on yıllarca Amerika Birleşik Devletleri ile nükleer paylaşımı sürdürmek için her şeyi yapmak” gerekiyor. Bunun nedeni, Avrupa’nın nükleer silahlanmasının hatırı sayılır bir zaman gerektirecek olması. Merz, “Avrupa’nın savunma kabiliyetlerini mevcut yapılarla geliştirmemiz gereken zaman dilimini kesinlikle aşan” soruların cevaplanması gerektiğini belirtti.

Avrupa devletlerinin Rusya’dan gelen nükleer tehditlere karşı kendilerini savunmaları ve dolayısıyla nükleer silah geliştirmeleri gerektiği yaygın olarak söylenirken, Washington merkezli düşünce kuruluşu Atlantic Council’dan Matthew Kroenig gibi ABD uzmanları, ABD’nin olası bir nükleer ilk saldırısını değerlendiriyor. Kroenig, diğer yandan da Çin’in olası bir nükleer ilk saldırısının mümkün olduğunu iddia ediyor: Çin Halk Cumhuriyeti “Asla nükleer silah kullanmayacaksa”, “Nükleer cephaneliğini oluşturması” anlamsız, diye iddia ediyor. Gerçekte, Hindistan’ın yanı sıra tek ülke olarak Çin, nükleer ilk saldırıyı reddediyor ve prensipte nükleer olmayan güçlere karşı nükleer silah kullanmayacağını beyan ediyor. Kroenig, talebini, Çin’in olası bir ilk saldırısı ihtimalinden yola çıkarak, eğer Çin Halk Cumhuriyeti’nin Tayvan’ı askeri olarak ele geçirmesini engelleyemezse, ABD’nin nükleer bir ilk saldırıyı düşünmesi gerektiği yönündeki iddiasından türetiyor. Almanya veya AB’nin, bir Alman-Avrupa bombası edinmesi durumunda bunu düşünüp düşünmeyeceği ise bilinmiyor.

Çeviren: Semra Çelik

Şirketlere 211 milyar avro yardım

Pierric Marissal
Humanite/Fransa

Senato bünyesindeki kamu yardımlarını araştıran komisyonun hazırladığı rapor, şirketlere sağlanan kamu desteklerine ilişkin uzun süredir beklenen resmi bir rakam sunmakla kalmadı, aynı zamanda bu yardımların daha şeffaf, mantıklı ve etkili olması için 26 öneride bulundu. Rapor, tam da zamanında yayımlandı...

Sermayeye yönelik “Ne pahasına olursa olsun” anlayışıyla yürütülen arz yanlısı politikaların savunucuları, bu raporun Komünist Parti Senatörü Fabien Gay tarafından hazırlanmış olmasını bahane edebilir. Ancak şu da bir gerçek ki 8 Temmuz Salı günü yayımlanan bu parlamento çalışması, büyük şirketler ve taşeronlarına sağlanan kamu yardımlarının kullanımını inceleyen komisyon tarafından oy birliğiyle kabul edildi. Üstelik bu komisyon, sağın çoğunlukta olduğu bir Senatoda faaliyet gösteriyor.

François Bayrou’nun 2026 bütçesi için açıklayacağı kemer sıkma önlemlerinden bir hafta önce yayımlanan rapor, kamu harcamalarında 40 milyar avro tasarruf sağlanabilecek alanlara dair dolaylı da olsa ipuçları sunuyor. Zira ilk kez, şirketlere sağlanan sübvansiyonlar, vergi muafiyetleri, indirimler ve vergi istisnalarına dair sağlam bir hesaplama yapıldı: 2023 yılında bu yardımların toplamı 2 bin 252 ayrı uygulamayla 211 milyar avroyu buldu...

Ekonomist Maxime Combes, “Bu 211 milyar avro gösteriyor ki, son 25 yılda şirketlere sağlanan kamu yardımları, GSYH ve sosyal yardımlardan 4-5 kat daha hızlı arttı. Yani hakim söylemin aksine, fazla maliyetli olan aslında Fransız kapitalizmi” diye vurguladı.

Rakam konusunda uzlaşan komisyon üyeleri, ayrıca beş ay boyunca 60’tan fazla kişiyle yaptıkları görüşmelerin sonucunda 26 öneri üzerinde de oy birliğine vardı. Bu görüşmelere farklı görüşlerden ekonomistler, 30’a yakın büyük patron, sendika ve işveren temsilcileri, bürokratlar ve siyasetçiler katıldı. Komisyon Başkanı Olivier Rietmann, “Sadece François Hollande davetimizi iki kez reddetti. CICE (rekabetçilik ve istihdam için vergi kredisi ) teşviki hakkında konuşmasını istemiştik” dedi. Rietmann, “Bu kaçamak vatandaşları, pahalıya mal olan bu uygulama hakkında bilgi alma hakkından mahrum bıraktı” ifadelerini kullandı.

Ekonomist Maxime Combes, “Şu an kamu yardımları ABD’de Fransa’ya göre daha şeffaf ve iyi takip ediliyor” diyor. Gerçek bir şeffaflık olmadıkça, komisyonun sorduğu şu temel soruya yanıt verilemiyor: Kamu fonlarının ne kadarı büyük şirketlere, ne kadarı KOBİ’lere gidiyor?

Raporda 2 bin 252 uygulamanın sadeleştirilmesi, küçük şirketlerin erişebileceği bölgesel tek başvuru merkezleri kurulması öneriliyor. Endişe şu: Yalnızca güçlü hukuk departmanlarına sahip büyük şirketler bu sistemden faydalanabilir.

Eski Ekonomi Bakanı Arnaud Montebourg’un aktardığına göre, bazı danışmanlık şirketleri adeta “kamu yardımı avcısı” gibi çalışıyor. Zamanı olmayan patronlar bu işi bu şirketlere devrediyor, onlar da yüzde 20 ila yüzde 30 oranında komisyon alıyor. MEDEF (Fransa İşverenler Birliği ) Başkanı Patrick Martin de bunu doğruladı: “Bu karmaşıklık yüzünden kamu parasının bir kısmı bu danışmanlara gidiyor” dedi...

‘Bu komisyondan önce ve sonra diyeceğiz’

Komisyon ayrıca, alınan kamu yardımının, şirketin dağıtabileceği temettü miktarından düşülmesini öneriyor. Bu fikir, TotalEnergies’in CEO’su Patrick Pouyanné’nin ifadesiyle gündeme geldi: “Kapitalizme ve onun etiğine inanıyorum, tutarlı olmalıyız: Kamu parasını alıp bunu hissedarlara temettü olarak dağıtamam.”

Pouyanné’nin önerdiği bir başka fikir de şu: Yardımlar, proje kârlı olduğu takdirde geri ödenecek şekilde avans biçiminde verilmeli. Bu yöntem, Avrupa Birliği düzeyinde sıkça uygulanıyor. “Devletin, Air France ya da PSA örneğinde olduğu gibi, şirket geçici zorluklar yaşadığında müdahale etme hakkı vardır. Ancak şirket toparlandığında bu yardımın geri ödenmesini şart koşmalıdır,” dedi.

Komisyon üyelerinden Çevreci Senatör Antoinette Guhl, “Bu komisyondan önce ve sonra diyeceğiz” sözleriyle raporun önemini vurguladı. Raporun “şeffaflık için büyük bir adım” olduğunu söyleyen Guhl, bunun yurttaşların devlete olan güveni açısından da kritik olduğunu belirtti. Bu devasa çalışmanın, yasaların hazırlanmasında ve kamu politikalarının değerlendirilmesinde senatörlere rehberlik edeceği ifade edildi. Tüm partilerden senatörler, bu raporu bütçe ve sosyal güvenlik tartışmalarında kullanacaklarını, ayrıca raporun temel önerilerini taşıyan ortak bir yasa teklifinin hazırlanabileceğini duyurdu.

Çeviren: Ali Rıza Yıldırım

İşçi Partisinin sosyal yardım krizi ve kesintileri gizleme çabası

The Guardian
Başyazı/İngiltere

İngiltere’de 2022’de Liz Truss’ın ara dönem bütçesi kendi ideolojik aceleciliğinin ağırlığı altında çöktü ve hükümetinin güvenilirliğini günler içinde yok etti. İşçi Partisinin sosyal yardım reformu yasa tasarısı üzerindeki fiyaskonun Starmer Hükümetinde de benzer şekilde kalıcı bir iz bırakıp bırakmayacağı belirsizliğini koruyor. Ancak işaretler tanıdık: Aceleye getirilmiş yasalar, partide huzursuzluk ve uzman tavsiyeleri ve kamuoyunun duygularıyla uyuşmayan teklifler.

Çarşamba gecesi kabul edilen yasa tasarısı orijinal versiyonuyla çok az benzerlik taşıyordu; aslında o kadar farklıydı ki başlığı bile değişmişti. Yine de milletvekillerinden asgari incelemeyle onaylamaları istendi. 47 İşçi Partisi milletvekilinin isyanı, sayıların ötesinde ağırlık taşıyor; çünkü ahlaki yargı sorularını ele alıyor.

Yasa tasarısının üçüncü oylamasına karşı oy kullananların bir kısmı hizipsel kinlerden kaynaklanıyor olabilir. Birçoğu yoksulluğun sona erdirilmesi gereken ulusal bir kriz olduğunu düşünüyor. İsyancılar, yeni sosyal yardım yasasının yaratacağı acıyı tespit etti: Nisan 2026’dan itibaren yeni başvuru sahiplerinin yüzde 90’ı için sağlık yardımının yarıya indirilmesi. Parti içi muhalefetten sarsılan hükümet, en çok karşı çıkılan maddeyi -hasta ve engellilere yönelik kişisel bağımsızlık ödemelerini hedef alan maddeyi- çoktan kaldırmış ve Avam Kamarasının onayını almak için yasa tasarısını yeniden adlandırmıştı.

Ancak eski alışkanlıklar zor ölür. Bakanlar utanmadan yeni yasa tasarılarının 50 bin kişiyi yoksulluktan kurtaracağını iddia ettiler… Gerçekte, -çoğu engelli- 100 bin kişi daha İşçi Partisinin “yeni” yasasındaki değişiklikler nedeniyle yoksulluğa düşecek. Bu ilerici bir politika değil. Derin bir kesintiyi gizlemeye yönelik bir el çabukluğu…

Sosyal yardım politikaları uzun zamandır kimin neyi ve neden hak ettiği sorusu etrafında dönüyor. Kemi Badenoch liderliğinde Muhafazakarlar, “Yardım almak yerine üretmek” söylemiyle zulmü sağduyu olarak göstermeye çalışıyor. Başbakan Keir Starmer yönetiminde refah artık bir hak değil, ne kadar hasta olmanın (Yardım alabilmek için) yeterince hasta olduğunun bir testi. Ancak yönetim merkezi Westminster dışında argümanlar kulağa farklı geliyor. Hazine hesapları olarak değil, insan hikayeleri olarak geliyorlar. Bir çocuğun öğretmenine dün gece yemek yemediğini söylemesi. Bir annenin evini ısıtma ile okula gitmek için otobüs bileti arasında seçim yapması.

İngiltere’nin çocuklardan sorumlu komisyon yetkİlisinin bu hafta yayımladığı raporu, yoksul çocukların hayatının nasıl olduğuna dair kasvet dolu açıklama sundu. Harap dairelerde veya mutfağı olmayan geçici konaklama yerlerinde, otel odalarında yaşıyorlar ve eski yıpranmış kıyafetler giyiyorlar. Yetişkinlerin genellikle kaçındığı bir açıklıkla aşağılanma ve dışlanma hakkında konuşuyorlar. 128 çocuğun ifadesine dayanan rapor, hükümeti “neredeyse [Victoria dönemine özgü Charles] Dickensvari” yoksulluğa müsamaha gösterdiği için utandırması gerekirdi.

Çocuk yardımlarının aile başına iki çocuğa yönelik olarak sınırlandırılması yanlıştır. Bu sınırın kaldırılması, 350 bin çocuğun yoksulluktan kurtulması ve 700 bin çocuğun da koşullarının iyileştirilmesi anlamına gelir. (İşçi Partisi hükümetinin iktidara geldiği) temmuz 2024’te, (Muhafazakar hükümetin başlattığı şekilde) yardımın iki çocukla sınırlandırılması politikasının sürdürülmesine karşı çıkan yedi milletvekiline disiplin cezası uygulanmıştı. Çarşamba günkü isyan, İşçi Partisinin üst yönetiminin cezalandıramayacağı kadar büyüktü. Sosyal yardım, sefaleti önler. Yoksulluğun suçunu ona yüklemek işe yaramaz. Starmer bunu kabul etmeli ve eleştirenleri dışlayarak (ülkeyi) yönetmeye çalışmaktan vazgeçmeli.

Çeviren: Çınar Altun

(Dış Haberler)

Evrensel / 13.07.25