Gazze’de devam eden soykırımın bir numaralı sorumlusu İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Washington’daki patronu ve sponsoru ABD Bakanı Donald Trump geçtiğimiz Ocak ayından bu yana üçüncü kez bir araya geldi. Oysa Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) aldığı karar gereği Netanyahu, bir “savaş suçlusu” olarak aranıyor. Aslında bu suç, Trump içinde geçerli. Zira mahkeme kararlarına göre soykırımcıya destek verenler de aynı suçu işlemiş oluyor. Yani Trump ile Netanyahu iki savaş suçlusu olarak bir araya geldi. Hal böyleyken görüşme “olağan” karşılandı. Medya ise iki kravatlı celladın görüşmesine geniş yer ayırdı. İkilinin temsil ettiği zihniyet, doğal olarak konuşulan şeyleri de belirlemiştir. O kibirli sömürgeci küstahlığı takınan ikili, yeni savaş suçları işleme vaadinden başka bir şey söylemediler.
Soykırımın yeni hamlesi olarak sürgün
Görüşmenin temel gündemi, Gazze’de devam eden soykırım ve bunun hedefi olan Filistinlileri sürgün etme planıydı. Aslında sürgün, soykırım politikasının devamından başka bir anlam ifade etmiyor. Bombalayarak, aç susuz, ilaçsız bırakarak, un almak için “yardım” dağıtım noktalarına gidenlere ayrım gözetmeksizin havadan ve karardan saldıran İsrail, sürgün ederek soykırımı yeni bir aşamaya taşımak istiyor.
İki savaş suçlusu, Gazze’nin insandan arındırılmasına “gönüllü sürgün” diyor. Topraklarını terk etmedikleri için soykırıma maruz bıraktıkları Filistin halkını, “Gazze’yi gönüllü terk et. Aksi halde bu trajedi bitmeyecek” diye tehdit edecek kadar pişkin ve küstahtır. İki cellat, buna tam bir pişkinlikle “barış planı” diyor. Önce soykırıma uğratıp ardından sürgün etmek istedikleri Filistin halkını “barışa kavuşturmak” istediklerini bile söylüyorlar. Bu, Filistin halkı şahsında insanlıkla küstahça alay etmektir. Ortaya koydukları tutumla, “tek geçerli kural barbarlıktır” mesajını Washington’dan dünyaya ilan etmektir.
Herşey İsrail için, İsrail ABD emperyalizmi için
ABD’nin Ortadoğu politikası, “herşey İsrail için” mottosuna dayanıyor. İsrail’in savaş ve ölüm aygıtlarını finanse eden, silahla donatan, istihbarat sağlayan, diplomatik ve siyasi zırh oluşturan esas olarak ABD’dir. Sadece Filistin’e değil, İsrail’in Lübnan’a, Suriye’ye, Yemen’e karşı yürüttüğü tüm savaşlar, emperyalist ABD politikalarına da hizmet ediyor. Yani bunların tümü aynı zamanda birer Amerikan savaşıdır. Bu savaşlarda baş rolü İsrail oynasa da Ankara’daki dinci-faşist rejimden orta çağ artığı Suudi Arabistan rejimine, Amerikancı Mısır rejiminden Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin kukla krallarına kadar uzanan bir “suç ortakları” yelpazesi var. Örneğin İran’a yönelik son İsrail-Amerikan savaşına bu rejimlerin tümü şu veya bu şekilde destek verdi. Bu devletler, Ortadoğu halklarına karşı yürütülen her savaşta suç ortaklığı yapıyor. Buna Irak, Libya, Sudan ve diğer ülkeleri harap eden savaşlar da dahil.
Bu toplam işbirlikçi devletler içinde İsrail’in ABD için özel bir yeri var. Zira bölgede “İsrail önderliğinde ABD egemenliğini kurma” hedefleri var. Diğer Amerikancı rejimlere biçilen görev ise, daha çok İsrail’e destek vermek ve onun doğrudan ya da dolaylı güdümünü kabul etmektir. Elbette ABD/İsrail egemenliğine zarar vermemek koşuluyla diğer rejimlere de bölgede “etkin olma fırsatı” tanınıyor. Yahudi lobileri ile Hristiyan Siyonistlerin Washington’daki etkisi dikkate alındığında, ABD’nin “bölge liderliği” görevini İsrail’den başka bir rejime vermesi mümkün değil.
ABD emperyalizminin yürüttüğü hegemonya savaşının esas cephesi halen Ortadoğu’dur. Bu kadar barbarlaşması, İsrail’in soykırım suçuna bu kadar angaje olması bundandır. Bu plana göre ABD Ortadoğu’yu istediği gibi dizayn edebilirse hem Çin’le Rusya’ya karşı bölgesel bir zafer kazanmış olacak, hem “esas düşman” olan Çin’e odaklanma imkanı yakalayacaktır.
Halkların direniş iradesi planın uygulanmasını engelliyor
Bölgenin gerici devletlerinin çoğu ABD-İsrail planına hizmet ediyor. Bunun başında dinci-faşist Erdoğan-Bahçeli rejimi geliyor. Zira Suriye’nin cihatçı faşist çetelere teslim edilmesinde baş rol Erdoğan ve müritlerine aittir. Alevi katliamlarına devam eden, Filistinli direnişçileri MOSSAD’a teslim eden, Golan tepelerini İsrail’e terk eden, ABD’ye kendini kanıtlamak için Gazze’de soykırım yapan çetenin ayakları altında paspas olan Colani’yi Netanyahu’ya “hediye” edenlerin başını da Erdoğan çekiyor.
Esad döneminde direniş hareketlerine destek veren Baas yönetiminin yıkılması, ABD-İsrail için önemli bir kazanım oldu. Ancak bu kadarı yetmiyor. Filistin halkının direnişinin kırılması, Lübnan direnişinin silahsızlandırılması, Yemen direnişinin bir köşeye sıkıştırılması gerekiyor. Elbette hedefe ulaşılması için İran’da da İsrail’le işbirliği yapan Amerikancı bir rejimin işbaşına getirilmesi gerekiyor.
Son yılların çatışma ve savaşları, tüm barbarlıklarına rağmen ABD-İsrail cephesinin halkların direniş iradesini kırma çabaları amacına ulaşamadı. Kimi yorum ya da “analizlerde” ABD-İsrail planın tıkır tıkır işlediği öne sürülüyor. Oya gerçek hiç de öyle değil. Taş üstünde taşın bırakılmadığı Gazze’de bile halkın direniş iradesi kırılamamıştır. İşgalci İsrail savaş aygıtı halen kayıplar veriyor. Filistinli direnişçiler o enkazların altından çıkıp işgalci askerleri vurabiliyor. Lübnan’da Hizbullah’ı kuşatmak için ABD ile işbirlikçilerinin iç savaş kışkırtıcılığı yapmaları, direnişin halen kayda değer bir güç olduğunu ispatlıyor. Yemen ise neredeyse her gün İsrail hedeflerini vuruyor. İsrail’e bağlantılı gemilerin Kızıldeniz’den geçişine izin vermiyor. İran’a karşı yürüttükleri savaşta ise, ateşkes isteyen tarafın İsrail olması, Trump’a yakın kimi isimlerin “ateşkes İsrail kurtarmak için yapıldı” yorumları yapması, ilan edilen hedeflere ulaşamadıklarını gösteriyor. Ez cümle, gözü dönmüş bir histeri ile saldırdıkları direniş cephelerinin (Suriye hariç) hiçbiri düşmüş değil. Gazze’de soykırım ve sürgün planında ısrar etmeleri bundandır.
İki savaş suçlusu ve Nobel Barış Ödülü
Gazze’de soykırım yapan çetenin başı Netanyahu ile onun sponsoru Trump’ın barıştan söz etmeleri, ironi ötesi bir şeydir. On binlerce çocuk ve bebeği son teknoloji ürünü silahlarla katledenlerin barıştan söz etmeleri, dünya ile alay etmenin vardığı boyutu göstermesi açısından ibretliktir. Savaş suçlusu olup elini kolunu sallaya sallaya gezebilmenin de sağladığı rahatlıkla hareket eden Netanyahu-Trump ikilisi, Nobel Barış Ödülü’ne de göz dikmiş görünüyor.
Beyaz Saray’da ABD Başkanı’na yaltaklanan Netanyahu, patronu ve sponsoru olan Trump’ın, “Nobel Barış Ödülü’ne ‘en layık’ aday olduğunu” ilan etti. Bunun için ödül komitesine mektup yazdığını açıklayan Netanyahu, fırsat bulduğunda bir savaş suçlusunun ne kadar küstahlaşabileceğini göstermiştir.
Vurgulamak gerekiyor ki, Netanyahu’nun pişkinliği zamanın ruhuna uyuyor. Kapitalist/emperyalist sistemde soykırım “olağan” bir olay kabul edildiğinde, bu suçun baş failinin Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi de “olağan” hale gelir. Bu durumda Trump’ın yanına, orta çağ barbarlığını 21. yüzyıla taşıyan HTŞ şefi Colani’yi eklemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Zira ödüle aday olmanın kuralı Tel Aviv’deki soykırımcı çeteye sunulan hizmetse eğer, Colani de hatta Erdoğan’da o listeye alınabilir.
***
İran’la ateşkes konusunda anlaştıktan sonra Gazze’de barıştan söz etmeleri yanıltıcı olmamalı. Siyonist rejim ancak savaş, katliam, işgal ve ilhakla var olabilir. ABD’nin ise bölgede en çok güvendiği bu rejimdir. Halkların direniş iradesini kırma hedefine ulaşamadıkları için yeni savaşları kışkırtmaya devam edecekler.
Veriler, bölgenin Amerikancı devletlerinin Trump-Netanyahu ikilisi ile suç ortaklığına devam edeceğine işaret ediyor. Bu koşullarda esas handikap, Ortadoğu halklarının (yukarıda anılan direniş cepheleri dışında), kendi geleceklerini cehenneme atan bu savaşlar denkleminde etkin bir taraf olmamasıdır. Dolayısıyla halkların emperyalist/siyonist barbarlığa karşı birleşik direnişinin geliştirmesi, günün ve yakın geleceğin en acil ihtiyacıdır.