ABD, yakın döneme kadar emperyalist saldırılarını “demokrasi götürme”, “halkları diktatörlerden kurtarma” gibi söylemlerle gerekçelendiriyordu. Bu “kaba sahtekarlık”, uluslararası medya tekelleri ve dünyadaki uzantıları tarafından “mutlak doğru” diye servis ediliyordu. Buna göre, halen sömürünün, gericiliğin, zorbalığın ve faşizmin kaynağı olan kapitalist emperyalizm, “halklara demokrasi ve özgürlük götürmek” gibi “yüce” bir görev için ordularını seferber ediyordu.
Suudi Arabistan’ı son ziyaretinde yaptığı konuşmada kendisinin Neocon olmadığını söyleyen Donald Trump, “ABD’nin artık başka ülkelere demokrasi götürmek için çaba sarf etmeyeceğini” söyledi. Emperyalist yayılmacılık politikasındaki değişimi anlatmaya çalışan Trump da “demokrasi götürme” söylemlerine sanki somut bir olguymuş gibi atıf yaptı. Trump’ın “paradigma değişikliği” diye sunduğu şey, ABD’nin emperyalist saldırganlık ve savaş politikasında bir değişimle değil, bunun biçimi ve öncelikleriyle ilgilidir. Yani artık sahtekarca “demokrasi götürüyoruz” demeyecekler. Yani artık sahte bir maskeye ihtiyaç duymayacak kadar pervasızlar.
***
Donald Trump, ikinci başkanlık dönemi başlar başlamaz emperyalist yayılmacılık politikasını aleni bir şekilde icra edeceğini tam bir pişkinlikle ilan etmişti. Grönland adalarını satın almak, Kanada’yı ABD’ye katmak, Panama kanalına el koymak gibi hedefleri olduğunu dile getiren Trump, yayılmacı/saldırgan tutumunu belli etmişti. Suudi Arabistan ziyareti sırasında HTŞ’nin şefi cihatçı terörist Ebu Muhammed el Colani (Ahmet Şara) ile poz vererek pervasızlığını bir kez daha tekrarladı. Cihatçı terör örgütleri, elbette her zaman İngiliz-Amerikan emperyalistleriyle birlikte çalıştı. Ancak daha önce bu kirli/kanlı işbirliği istihbarat elemanları ya da onların kurduğu paravan örgütler/şirketler üzerinden yürütülüyordu. Şimdi ise bizzat ABD Başkanı, dün arama listelerine aldıkları bir teröristle poz vermekte en ufak bir mahcubiyet duymuyor.
Colani ile görüşmesinde 1969’dan beri Suriye’ye uygulanan yaptırımların erteleneceğini (fiilen kaldırılacağını) ilan eden Trump, bunun için belli şartlar koşmuştu. Bu şartlardan biri, Suriye’deki yabanı cihatçı teröristlerin sınır dışı edilmesiydi. Kuşkusuz ki Trump’ın esas hedefi, Colani’ye Siyonist İsrail’in ayakları altında paspas olması için gerekli dayatmaları yapmaktı. Colani buna dünden razıydı, ki İsrail Suriye’yi bombalarken HTŞ şefleri Filistin direniş örgütlerini Şam’dan sınır dışı etmekle meşguldü. Colani, İsrail’e yaltaklanarak “Aynı düşmanlara karşı (İran-Lübnan Hizbullah) savaşıyoruz, Suriye hiçbir zaman İsrail için bir tehdit kaynağı olmayacaktır” diye güvenceler vermeyi sürdürüyor. Güney Suriye topraklarını işgal eden İsrail’e yaranmak, halen HTŞ ve Colani’nin öncelikleri arasında. Suriye’yi bombalayan İsrail’e böyle yaltaklananlar cihat ilan ederek Alevileri katletmeye, genç kadınları kaçırıp toplu tecavüze maruz bırakmaya, pazarlarda satmaya devam ediyor.
***
Bu süreçte vurgulanması gereken temel noktalardan biri de HTŞ ile Colani’nin akıl hocalığını İngiliz istihbaratı ile MİT’in üstlenmiş olmasıdır. Halen Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de devam eden Türkiye-İsrail pazarlıklarında rol alan Erdoğan rejimi, Şam’daki cihatçı terör emirliği ile Tel Aviv’deki dinci-faşist Netanyahu rejimi arasındaki bağları güçlendirmeye çalışıyor. Emperyalist/Siyonist güçlere hizmette hiçbir kusur göstermeyeceğini kanıtlamaya çalışan AKP-MHP rejimi, bunun karşılığında Suriye’nin yağmasından en büyük payı kapabileceğini var sayıyor. Bunu başarabilirse eğer, Suriyeli Kürtlerin kazanımlarını en asgariye çekebileceğini de hesaplıyor.
Erdoğan rejimi bu noktada yalnız da değil. Orta çağ artığı Körfez emir ve kralları da ona eşlik ediyor. Suudi Arabistan veliaht prensi, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Katar emirleri de ortak tutum içindeler. Bu çabaların ilk sonucu Trump, bin Selman ve Colani üçlüsünün birlikte poz vermesi olmuştu. O noktada durmayan Trump, yaptırımların kaldırılması için yabancı teröristlerin Suriye’den sınır dışı edilmesi talebinden de vazgeçti. Trump yönetiminin sözcüleri, on binlerce kişiden oluşan katil sürülerinin HTŞ emirliğine entegre edilmesinin daha isabetli olacağını ilan ettiler. Örneğin, ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye “özel temsilcisi” Thomas Barrack, Şam ziyareti sırasında Reuters'a verdiği demeçte, “Şeffaflık kaydıyla bu konuda bir mutabakat olduğunu söyleyebilirim” dedi. Bu kişilerin (cihatçı katillerin) birçoğunun Suriye'nin yeni yönetimine “çok sadık” olduğunu iddia eden Barrack, “onları dışlamak yerine bir devlet projesi içinde tutmanın daha iyi olduğunu” savundu.
Şam’daki terör emirliğinin başı Colani, aylar önce yabancı teröristlerin en azılılarına yüksek rütbeler dağıtmıştı. Zaten Colani’yi “Suriye Cumhurbaşkanı” seçenler de Suriyeli emsalleriyle birlikte o azılı katillerdi. Suriye halklarının iradesi en hoyrat biçimde çiğnenerek yapılmıştı o “seçim”.
Trump yönetimi şahsında ABD emperyalizmi, bir halklar mozaiği olan Suriye’nin “yönetimini” dünyanın en azılı cihatçı katillerine teslim etti. “Uygar Batı” tarafından cihatçı terör örgütlerine gösterilen bu “teveccüh”, HTŞ’nin kurduğu emirliğin hem ABD hem İsrail uşağı olmasıyla bağlantılıdır. Colani’yi yetiştiren İngiliz, ABD istihbarat örgütleri ve bu alanda “taşeron aktör” olarak kullandıkları MİT, azılı katillerin sakallarını kırpıp kravat taktırarak onları “normal” diye dünyaya pazarladı. Yanı sıra Türkiye, Suudi Arabistan ve BAE gibi devletler ile medyaları da aynı telden bu kirli/kanlı oyuna ortak oldular. Trump yönetimi ve onu takip eden AB şeflerinin Colani ile kucaklaşmaları, cihatçılara “normal siyasetçi” muamelesi yapılmasının yolunu açtı. Uzun yıllardan beri yaptıkları vahşetle anılan, üç ay önce Alevi soykırımı yapan, halen de her gün cinayetler işlemeye devam edenler artık saraylarda ağırlanıyor. Dünyanın en büyük emperyalist devletinin Başkanı Trump, Colani gibi biriyle aynı masaya oturup birlikte poz verebiliyor.
Batılı emperyalistler güya halkları “diktatörlerden kurtaracak, onlara “demokrasi ve özgürlük” götüreceklerdi. Oysa ülkeleri yakıp yıkmaları ve halkları kıyımdan geçirdikleri yetmiyormuş gibi, cihatçı katil sürülerini halkların üzerine salmış bulunuyorlar. Aynı emperyalist güçler, dünyanın en azgın katillerine Suriye gibi bir ülkeyi teslim ederek hem gerçek niyetlerini hem de gerçek hedeflerini ayan-beyan ortaya koydular.
Lenin’in, “Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek ve son aşamasıdır. Bu aşama artık ilerici değil, çürüyen ve gericileşen kapitalizmdir” saptaması, batılı emperyalistlerin “demokrasi” ambalajının içinden “cihatçı terör” belasının çıkmasının sebepleri hakkında fikir veriyor. Bu çağda antiemperyalist olunmadan gericiliğe karşı net bir duruş sergilenemeyeceği gibi, cihatçı teröre karşı mücadeleyi antiemperyalist mücadele ile birleştirmeden varılabilecek bir yer de yoktur. Zira bu ikisi bir ve aynı bütünü oluşturan parçalardır.