Kriz derinleşiyor. İktidarın uyguladığı politikalar, yaşanan krizi kontrol altına almak şöyle dursun, onu daha da derinleştiriyor. Kapitalistler, yaşanan krizin bütün faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yıkarak krizi bir fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Artan hayat pahalılığına rağmen ücretlerin olabildiğince aşağıya çekilmesi politikası, iktidarın uyguladığı ekonomik programdan güç alıyor. Kar oranlarındaki nispi bir gerilemeye dahi tahammülü olmayan sermaye sınıfı, milyonları sefalet, yoksulluk hatta açlığa sürüklemede tereddüt göstermiyor.
Düşük ücret dayatmasını, yaygınlaşan işten atmalar takip ediyor. Neredeyse bütün işyerlerinde, her bir işçi kendi kapasitesinin 3-4 katı kadar çalışırken, kapitalistler kapasite küçülmesi, ekonomik durgunluk gibi gerekçelerle sürekli işçi çıkarıyor. Arsızlığın tavan yaptığı işletmelerde ise işçiler iftiralarla kapı önüne konuluyor.
Ülkeyi yönetme becerisini kaybetmiş bir iktidar, baskı ve zorbalıkla ayakta kalmaya çalışırken, uygulanan ekonomik program milyonları kölece çalışma ve yaşam koşullarına mahkûm ediyor.
Sendikaların takatsizliğine, sermaye ve siyasal iktidarın engelleme çabalarına rağmen yayılmaya başlayan grev ve direnişler, büyüyen hoşnutsuzluğun ve yaşanan yıkıma karşı duyulan öfkenin boyutunun her geçen gün arttığının göstergesi. İşçi sınıfı ve emekçiler, kendilerine dayatılan kölece yaşam koşullarına karşı bir çıkış, bir yol arıyor. Ancak örgütlülük düzeyindeki gerilik, yılların ürünü olan yılgınlık, 12 Eylül'den bu yana uygulanan politikaların işçinin sınıfsal duruşunda ve siyasal bilincinde yol açtığı çarpıklıklar, sendikal bürokrasinin bozucu etkisi ve artık dizginlerinden boşalan baskı politikaları, bu yol arayışının önünde aşılması gereken engeller olarak duruyor.
Her biri kendi başına çok önemli olan bu engeller, tabanda büyüyen öfke ve tepkinin açığa çıkartılması, örgütlenmesi ve mücadeleye dönüştürülmesiyle aşılacak. Ortaya çıkan her direniş, gerçekleşen her grev, her hak alma eylemi, kendi içinde ne hak elde edildiğinden öte, bir sonraki mücadeleye bir deneyim, bir birikim olarak yansıyacak.
İşçi sınıfı ve emekçiler, grevle, direnişle öğrenecek. Biriktire biriktire ilerleyecek. Engelleri mücadele içinde aşacak. Yaşanılan çok yönlü saldırıları püskürtebilecek birleşik siyasal bir sınıf hareketi, bugün gerçekleşen ancak her biri kendi içinde sorunlar ve yetersizlikler taşıyan mücadelelerin birikim, ders ve deneyimleri üzerinden şekillenecek. İşte o zaman, ne iktidarın baskı ve zorbalık politikaları ne de bu sömürü düzeninin yıkılmaz görünen kudreti, toplumsal bir güç olarak sahneye çıkan işçi sınıfı karşısında, kâğıttan bir kaplan olmanın ötesinde bir anlam ifade etmeyecek.
Şimdi görev, açlığa, sefalete, baskıya ve sömürüye karşı fabrika fabrika, işyeri işyeri örgütlenmek; ortaya çıkmış her mücadele arayışına, kendi mücadelemiz gibi sahip çıkmak; daha fazla direniş, daha fazla grev örgütlemek ve mücadele içinde siyasal sınıf bilincini geliştirmektir.
***
Bundan 55 yıl önce Türkiye işçi sınıfı kendi mücadele tarihinin en önemli işçi eylemini gerçekleştirdi. Tarihi 15-16 Haziran direnişi olarak geçen bu büyük kalkışma kendinden önce gerçekleşen onlarca grev ve direnişin birikimi üzerinden şekillendi. 2 gün boyunca İstanbul işçi sınıfının eylem alanı oldu. İşçi sınıfı dosta düşmana gücünü gösterdi.
Bu büyük direniş devrimci bir önderliğin yokluğunda mücadelenin kendi boyunu aştığını gören sendikal önderliklerin çark etmesiyle ancak kırılabildi. Ancak sonrasına bıraktığı birikim ve mücadele dersleri işçi hareketinin büyüyüp gelişmesinin önünü açtı. 15-16 Haziran direnişi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Nasıl bir mücadele örgütlememiz gerektiğini bizlere gösteriyor.
Bugün alttan alta yeni biçimler içinde mayalanan işçi sınıfı mücadelesi er ya da geç yeni büyük başkaldırılara imza atacak, 15-16 Haziranları aşacaktır.
Emeğin Kurtuluşu’nun 57. sayısından alınmıştır…