ABD: Sermayenin bilimle hesaplaşması

Kapitalist düzenin krizleri derinleştikçe egemen sınıflar daha açık biçimde toplumun ilerici dinamiklerine saldırmaktadır. ABD’de Trump’ın ikinci başkanlık döneminde başlattığı “bilim karşıtı tasfiye dalgası”, tekelci kapitalizmin bu gericilik eğiliminin güncel bir yansımasıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 16 Nisan 2025
  • 07:49

"Bilim, bilgi ve sanat, lüks değildir; onları reddetmek insanı hayvandan farksız kılar." (Aristoteles)

Kapitalist düzenin krizleri derinleştikçe egemen sınıflar, iktidarlarını korumak için başvurdukları baskı araçlarını çoğaltmakta ve daha açık biçimde toplumun ilerici dinamiklerine saldırmaktadır.

ABD’de Trump’ın ikinci başkanlık döneminde başlattığı “bilim karşıtı tasfiye dalgası”, tekelci kapitalizmin bu gericilik eğiliminin güncel bir yansımasıdır. 

2025’in ilk aylarında başlayan ve federal kurumları, üniversiteleri ve araştırma merkezlerini hedef alan bu saldırı dalgası, yalnızca birkaç bin emekçinin işten çıkarılmasıyla sınırlı kalmadı. Aslında bu, kapitalist devlet yapısının ideolojik aygıtlarından biri olan bilimsel üretimin sermaye sınıfına hizmet etmediği alanlarda "gereksiz" ilan edilmesidir.

Sermayenin ideolojik tercihi

Elon Musk gibi sermaye sınıfının en küstah temsilcileri eliyle yürütülen bu sürecin sadece ekonomik değil, politik boyutları da var. 

Trump yönetimi, ocak ayından buyana Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi-NASA’dan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi-NOAA’ya, Sağlık Bakanlığı’ndan Radyasyon Güvenliği Dairesi’ne kadar birçok kurumu hedef aldı, bu kurumlarda çalışan binlerce bilim insanı ve kamu emekçisini işten çıkardı. Bu durum, sadece teknokratik bir küçülme politikası değil bilginin, kamu hizmetinin ve bilimsel aklın tasfiyesidir aynı zamanda. Çünkü sermaye, kriz dönemlerinde kâr getirmeyen hiçbir kuruma tahammül etmez. Bilimsel faaliyet, eğer doğrudan piyasa mekanizmalarına hizmet etmiyorsa, kapitalistler açısından “gereksiz maliyetler” kategorisine alınır.

ABD, bir yandan silah sanayine her yıl 900 milyar dolar ayırırken, yoksul çocuklara aşı sağlayan iki milyar dolarlık bir sağlık programını iptal edebiliyor. Bu tercih, sadece bir bütçe kaydırması değil, hangi sınıfın yaşamının “değerli”, hangisinin “değersiz” olduğuna dair ideolojik bir tercih ve beyanattır. Bu tercih, emekçi sınıfların yaşamını hiçe sayan vahşi kapitalist tahakkümün ilanıdır. Sağlık Bakanlığı’nda çalışanların dörtte biri kapı önüne konurken, bu alanda dış kaynaklara ayrılan bütçelerde de %35 oranında kesintiye gidildi. Bu kesintiler, sadece temizlik ve bilgisayar hizmetlerini değil, tıbbi araştırmalar için yapılması gereken alımları da kapsıyor. Kamusal hizmetler alanındaki bu çöküş, neoliberal restorasyonun geldiği son noktayı gösteriyor. Emekçi halkın sağlığı, eğitimi ve güvenliği artı-değer üretmediği için korunmaya değer bulunmamaktadır. Kapitalizmin bu çağında, artık yalnızca üretmeyen değil, üretse dahi artı-değeri doğrudan artırmayan her faaliyet sermayeye göre “gereksiz”dir.

NOAA bünyesindeki hava durumu servisinde yaşanan personel kısıtlaması nedeniyle, hava balonlarıyla gerçekleştirilen radyosonde (atmosferde yapılan meteorolojik araştırmalar) yükselişleri iptal edildi. Bu, halk sağlığının ve güvenliğinin bile piyasa öncelikleri uğruna feda edilmesi anlamına geliyor. Bilimsel verinin doğruluğu azaldıkça, hava olaylarının öngörülebilirliği de ortadan kalkmakta ve doğal felaketlere karşı hazırlıksız kalınmaktadır. 

Bilim kamunun değil, sermayenin emrinde olacak

Trump yönetimi yalnızca kamusal bilim kurumlarını tahrip etmekle yetinmemekte, özelleştirme politikalarıyla bu kurumları doğrudan sermayeye devretmeyi de planlamaktadır. Hava durumu servisinin özelleştirilmesi fikri, bilimsel bilgiye erişimi de sınıfsal ayrıcalıklara bağlı olduğu gerçeğinin bir kez daha teyit edilmesidir. Bu saldırı, uluslararası bilimsel iş birliklerini engelleme, laboratuvar ve araştırma bütçelerini kesme ve doktora öğrenci alımlarını durdurma gibi kararlarla eş güdümlü yürütülecektir.

Trump yönetimi şu ana kadar bu yönelime karşı yapılan protestolara kayıtsız kalmakla yetinmemiş, yer yer saldırmıştır da. Çünkü bu yönetim, sermaye sınıfının doğrudan temsilcisidir ve bilimin de üniversitenin de ancak piyasaya entegre olduğu sürece yaşamasına izin vermektedir. Üniversitelerin ve araştırmacıların federal fonlardan bağımsızlaşması ise, sermaye düzeni altında bir ütopyadır. Zira hiçbir akademik yapı, bu denli ticarileşmiş bir düzende piyasa dışı bir üretimi sürdürebilecek maddi temellere sahip değildir.

Bu koşullarda bilim emekçilerinin yanısıra tüm emekçi sınıflara düşen görev, yalnızca iş güvencesi için değil, bilginin, halkın hizmetinde kalması için de mücadele etmektir. Herbert Marcuse’nin dediği gibi, "Gerçek özgürlük, yalnızca kolektif aklın zincirlerinden kurtulduğu anda mümkündür."

Bilim, sermayeye değil, emekçi halkın ihtiyaçlarına yanıt verdiği ölçüde özgürleşecektir.