Bir türlü uyku tutmuyordu. Sabah karne almaya gidecek çocuklar kadar heyecanlıydı o gün Mehmet. Sabah neler olabileceği üzerine düşünüyor. A, B, C planları yaratmaya çalışıyor ekipleri tekrar gözden geçiriyordu. Bu düşünceler eşliğinde uykuya daldı.
Her gün 6.00’da kalkmasına rağmen bugün 5.30’da kalkmış, elini yüzünü yıkadıktan sonra tıraşını olmuştu. Dünden ütüleyerek kapının arkasına astığı siyah çizgili gömleği ve kot pantolonunu giydi. Çay suyunu koydu ve kahvaltısını hazırlamaya başladı. Evde kalan son iki yumurtayı tavaya kırdı, üzerine hafif salça atarak pişmesini bekledi. Masaya çıkarttığı reçel ve domates ile de kahvaltısını renklendirdi. Sanki uzun bir süre bir şey yiyemeyecekmiş gibi kahvaltısını yaptıktan sonra servise binmek için 6.20’de evden çıktı. Servis evine 10 dakikalık bir mesafeden alıyordu her zaman Mehmet’i. Yürürken başka fabrikalarda çalışan arkadaşlarına selam veriyor, ‘ooo Mehmet gören de bayram var sanır altı üstü fabrikaya gidiyorsun’ laflarına, ‘olsun bizim de bayramımız bugün başlar belki’ diyerek yanıt veriyordu. Servis durağına geldiğinde Ramazan, Aydın ve Sinem’i gördü. Selam vererek yanlarına geçti, hepsinde ayrı bir heyecan vardı. Ramazan 18 yaşlarında uzun boylu, bıyıkları yeni terlemekte, kavgacı bir gençti. Okulu lisede bırakmış ve 2 yıldır burada çalışıyordu. Kısık bir sesle ‘ne diyorsun Mehmet abi bu sefer gerçekten birliğimizi sağladık, istediğimizi alabilecek miyiz?’ diye sordu. Uzun süredir fabrikada gizli bir sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme sürecine hazırlandıkları için gündelik yaşamda da fabrikaya dair her şeyi gizli tutuyorlardı. Mehmet, Ramazan’ın yan yanayken bile fabrika ile ilgili bir soruyu kısık sesle sormasına bir taraftan güldü, bir taraftan da böyle bir gençte bile böylesi bir ciddiyetin oluşması yaşanacak sürece dair kendisindeki güveni tazeledi. Bu sorunun cevabını Aydın ve Sinem’de çok merak ediyordu. Yaklaşık 5 yıldır çalıştıkları fabrikalarında ilk defa böyle bir süreç yaşayacaklardı. Mehmet ‘kazanamasak da birliğimizi kurduk, direneceğiz ve zaten bugüne kadar bizi parçalayıp bölenlere karşı artık eskisi gibi olmayacağını göstererek biz kazanmış olacağız’ dedi. Bu sözler Aydın ve Sinem’in içini rahatlatmasa da yüzlerinde bir gülümsemeye neden oldu. Servise bindiklerinde her biri her zamanki yerlerine geçerek oturdular. İşçilerin hiçbiri konuşmamasına rağmen hepsinin yüzündeki gülümseme her şeyi anlatıyordu.
Çalıştıkları yer yaklaşık 2000 kişinin çalıştığı, bulaşık makinası üreten bir fabrikaydı. Servis fabrikanın önüne geldiğinde gece vardiyasındaki bütün işçiler kapıda birlikte duruyorlar ve adeta fırtına öncesi sessizliği andırıyorlardı. Son servis de geldikten sonra Ramazan alkışlayarak ilk kıvılcımı çaktı. 2000 kişi hep birlikte alkışlarla ve ıslıklarla ortalığı inletiyordu. İçlerinde patron yalakası veya işlerini kaybetmekten korkan işçiler de çoğunluğun hep bir arada olduğunu görünce onlarla hareket ettiler. Ve ilk slogan Selma tarafından atıldı ‘işgal, grev, direniş’ başta Mehmet ve Selma olmak üzere herkesin tüyleri diken dikendi. Mehmetler bu fabrikaya 3 komünist işçi olarak başlamışlar ve bir süre sonra Songül’ün tutuklanmasının ardından 2 kişi kalmışlardı. Ama verdikleri emek bugün karşılığını veriyor 3 işçi bir anda 2000 kişi ile tek vücut oluyordu. Fabrika müdürü ve taşeron patronları iş yerine geldiklerinde neye uğradıklarına şaşırarak, kimseyle muhatap olmadan fabrika içerisine geçtiler. Bu sırada Mehmet elinde megafon ile neden burada toplandıklarını anlatıyor, talepleri sıralıyordu. Genel müdür ile yapılan görüşmenin ardından sürecin nasıl ilerleyeceğine hep birlikte karar vereceklerini belirtti. Sonrasında megafonu bırakarak Aydın, Sırma ve Süleyman ile birlikte genel müdürün odasına doğru yürümeye başladılar. Selma fabrika bahçesinde sloganlarla bekleyişi devam ettiriyordu. ‘İşçilerin birliği sermayeyi yenecek’ 2000 işçi bütün fabrikayı adeta titretiyordu.
Genel müdürün yanına gittiklerinde kapıyı vurmadan içeriye girdiler. Fabrikanın genel müdürü Muhammet Çiçek kısa boylu, göbekli, mümkün oldukça işçi ile muhatap olmayan kendini beğenmiş birisiydi. Mehmetlerin kapıyı vurmadan içeriye girmesine çok sinirlenmiş fakat mevcut durumdan kaynaklı ‘ooo hoş geldiniz arkadaşlar’ diyerek karşılamıştı. İçeride taşeron patronları, sekreterler acil bir toplantı durumundalardı. Aydın geçen gün yanlışlıkla genel müdürün önünde durmuş ve genel müdür tarafından ‘çekil be önümden kimin önünde durduğuna dikkat et’ diyerek azarlanmıştı. Şimdi hoş geldiniz sözüne ilk karşılığı o verdi.
-Hoşbulduk.
Mehmet “buraya dışarıda işçilerin neden beklediklerini anlatmak ve sonuca bağlamak için geldik” diyerek lafa başladı. “Bizler fabrikadaki işçilerin seçtiği işçi temsilcileriyiz. 2 senedir maaşlarımıza zam yapılmıyor, başta siz olmak üzere bütün yönetim kadrosu tarafından sorunlarımız görmezden geliniyor. Uzun çalışma saatleri ve mesailerle kendimize zaman bile ayıramıyoruz, hepimiz aynı işi yapmamıza rağmen taşeron patronları birçok arkadaşımızın sırtından zengin oluyor, taşeronda çalışan işçi arkadaşlarımız ise daha kötü koşullarda çalışıyor. Tüm bunları düzenleyeceğimiz bir toplu sözleşme yapmak istiyoruz, ayrıca işçi arkadaşlarımızla demokratik bir şekilde seçtiğimiz sendikamızın kabul edilmesini talep ediyoruz. Son olarak, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak çünkü karşınızda 4 kişi yok fabrikanızda bulunan 2 bin işçi var bunu böyle düşünün” diyerek lafını bitirdi.
Genel müdür pis bir gülümseme ile “bunu bu kadar büyütecek ne vardı canım zam isteseydiniz biz zaten yapardık, ama sizin böyle bir talebiniz olmadı ki. Peki ben patronla konuşarak zam talebinizi karşılamaya çalışacağım şimdi herkes işinin başına dönsün aksi halde bu eylem yasa dışı bir hale döner ve hepiniz tazminatsız bir şekilde işten atılırsınız” tehdidini savurmaktan da geri durmadı. Diğer talepleri ise geçiştirmeye çalışarak “hadi hadi işinizin başına” dedi.
Aydın, yıllardır kendilerini görmezden gelen müdüre duyduğu nefretle “siz bizi anlamadınız, biz sadece zam için gelmedik buraya, taleplerimiz var ve bu taleplerin her birinin arkasındayız, zam en son pazarlığını yapacağımız şey, aksi takdirde bundan sonrasına nasıl devam edeceğimize dışarıdaki 2000 kişi ile karar vereceğiz.” Aydın kendisine şaşırmıştı bırakın genel müdürü usta başı ile bile böyle konuşamazdı eskiden. “Galiba gerçekten artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacak” dedi içinden ve gülümsedi.
Genel müdür bu sözler karşısında oldukça gerildi ve “siz beni tehdit mi ediyorsunuz. Defolun gidin dışarıdakilere söyleyin çalışmak isteyen daha iyi bir maaşla işlerinin başına dönsün, çalışmak istemeyen defolsun gitsin. Çıkmamakta diretiyorsanız polis zoruyla attırmasını da biliriz”.
Mehmet “son sözünüz bu mudur” diyerek sordu. “Evet” karşılığını aldıktan sonra da içeriye giren dört işçi adına dışarıda bekleyen işçi arkadaşlarına durumu anlattı. “Genel müdüre taleplerimizi söyledik arkadaşlar bize verdiği cevap maaşlarınızda düzenleme yapabiliriz ama diğer taleplerle ilgili bir şey söyleyemem. İsteyen daha iyi bir maaşla girer çalışmaya devam eder, istemeyen de defolup gider, aksi takdirde polis zoru ile fabrikadan atılır. Şimdi siz söyleyin arkadaşlar bizim derdimiz sadece para mı?”
İşçiler hep bir ağızdan haykırdı. ‘Hayırr!’
Peki taleplerimizin arkasında mıyız?
İşçiler yine hep bir ağızdan haykırdı. ‘Evett!’ Ramazan’ın sesi arada seçildi sonuna kadar “Mehmet Abi, Allah’ına gurban olurum senin.” Herkeste bir gülümseme oldu.
“Peki arkadaşlar son olarak genel müdür diyor ki çıkmayanları polis zoru ile çıkartırız siz ne diyorsunuz bu duruma.”
İşçilerin hepsinden ‘Yuhhh!’ sesleri duyuldu. Milliyetçi bir işçi olan Abdullah “ne diye zorla çıkartacakmış bizi polis, hakkımızı istediğimiz için mi” diyerek tepkisini gösterdi.
Mehmet o zaman hep birlikte arkadaşlar ‘işgal, grev, direniş’. Tüm işçiler bu slogan etrafında adeta kenetlenmişlerdi. Fabrikada bütün bölümlerden birer işçinin katıldığı bir iş yeri komitesi seçildi. Sonra güvenlik, yemek, mali işler, dışarısı ile ilişkiler, sosyal aktiviteler’ komiteleri kuruldu. İlk olarak fabrikanın içerisinde bulunan genel müdür ve taşeron patronları 30 kişilik bir ekip tarafından dışarıya çıkartıldı. Dışarıda bulunan kitle koridor oluşturarak yönetim kadrosunu yuh sesleri arasında dışarıya kadar uğurladı. Genel müdür hiç bu kadar aşağılandığını hatırlamıyordu. Sonra bütün komiteler işlemeye başladı. Bu sırada dışarıda bir gürültü duyuldu. Başka fabrikadan işçiler ve sınıf devrimcileri desteğe gelmişlerdi. Gelen kitlenin elinde bir pankart ‘İşçilerin birliği sermayeyi yenecek’ dillerindeki slogan ise şimdi hepsi için ortaklaştı: ‘Yaşasın sınıf dayanışması!’ Güvenlik komitesi gelen kitlenin fabrika içerisine girmesine izin vermedi, direnişin güvenliği ve ciddiyeti açısından bu şarttı. Ama işçilerle dışarıdaki destekçiler zaten bir bütündü direniş şimdi hem fabrika içerisinde hem de fabrika dışındaydı.
Gün, Ramazan’ın kendisini görmeye gelen arkadaşı ile yaptığı konuşma ile sona eriyordu. Mehmet kulak misafiri oldu bu konuşmaya. Ramazan arkadaşına “bu direniş bizim için çok önemli, biz birlikte bir yola çıktık, ben de onlarla sonuna kadar gideceğim, ama güvercinlerim de çok önemli biliyorsun benim bugüne kadar en iyi dostlarım onlar oldu. Şimdi onları sana emanet ediyorum, onlara iyi bak lütfen.” Ramazan’ın arkadaşı “ya bırak oğlum sen mi kurtaracaksın fabrikayı yürü gidelim” dediyse de Ramazan fazla konuşturmadı onu tekrardan “bu direniş bizim direnişimiz, çok emek verdik, güzel şeyler istiyoruz biz. Birlikte çıktık bu yola birlikte bitireceğiz, senden isteğim güvercinlere iyi bak hadi hoşçakal” diyerek arkadaşını evine yolladı. Mehmet bu konuşmadan oldukça duygulanmıştı ama daha yeni başlıyorlardı ve yapacak çok işleri vardı.
Songül uzandığı ranzasından yavaşça kalktı, ranzanın hemen yanında duran terliklerini giydikten sonra tuvalete giderek elini yüzünü yıkadı. 5 dakika sonra gardiyanlar içeriye girerek sayım var dediler. Her gün yapılan bu uygulamanın ardından kahvaltılarını hazırlamaya koyuldular. Ellerindeki ketıla suyu koyduktan sonra Yurdanur haberleri izlemek için televizyonu açtı. Birbirleri ile şakalaşarak haberleri izlerken alt yazı bir anda Songül’ün dikkatini çekti. “İşçiler fabrikayı işgal ettiler!” Tam bu sırada fabrikadan görüntüler gelmeye başladı, burası Songül’ün çalıştığı fabrikaydı, bambaşka geldi fabrika gözüne, sevinçten içi içine sığmadı. Açıklama yaparlarken Mehmet ve Selma’yı gördü. Kahvaltıdan sonra gülerek ranzaya uzandı radyoyu açtı. Hasret Gültekin vardı radyoda ‘sen yine sür, sür sür umut tarlalarını ki ufukta belirsin güneş.’
A. Ayaz Asya