Charlie Chaplin ve umudu yeniden örgütlemek / Bir kez daha “Büyük Diktatör”

Tarih gösteriyor ki, insanca yaşama isteminin gerçekleşebileceği, bu yönde ileri doğru en güçlü sıçrayışlardan birini yapabileceğimiz tarihsel sürecin içinde olduğumuz gerçekliği, hala kendini koruyor.

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 25 Aralık 2015
  • 11:04

Arkamıza şöyle bir dönüp baksak, insanlık tarihi acılarla yıkımlarla dolu. Fakat, biliyoruz ki bu kavrayış, tek yanlı ve eksik bir kavrayıştır. Tarih, aynı zamanda buna karşı direnen, insanca yaşama arzusunun ve onun eyleminin de tarihidir.  Egemenlerin bencil özlemlerinin yarattığı barbarlığa karşı duruşun ve zaferlerin de tarihidir.

Toplumsal iş bölümünün, onun ilkel yapısının, özel mülkiyeti ve egemen sınıfları yarattığını biliyoruz. Bu ayrıcalıklı sınıflar, ayıcalıklı konumlarını korumak için, tarihsel gelişimin temel koşulu olan insan emeğini yalnızca kendi çıkarları adına çalışmaya mahkum ederek, insanın ve emeğinin özgürleşmesinin önünde hep engel oluşturdu. Bu ayrıcalıklı sınıflar, toplumların yaşama iradelerinin ve bu sebeple  gelişme arzularının ve çabalarının yarattığı imakanlardan beslenerek büyüdüler. Yaşama iradesinin karşısına dikilecek her türlü maddi engeli aşacak olan şey, kendini yeniden örgütleyen toplumsal emekti. Bu emeğin koşulu da, toplumsal emeğin organize edilişi, bilimin, sanatın üretilmesi ve bu üretim biçimlerinin ileri aşamalarında kendi içinde de tekrar işbölümü ile ayrışmasıydı. Kol emeği üreten yığınlarla o emeği kontrol eden seçkinler arasındaki ayrım; çalışanların, toplumun idaresi ve yönetilmesine zaman ayıramayacak kadar çok çalışması\ çalıştırılması ile emeği sarfedenlerin köleliğine doğru evrimleşti. Sömürücü seçkinler sınıfı, emeği sarfeden yığınların köleliklerini sürekli kılmak üzere, ellerinde bulundurdukları devlet mekanizmasını tekrar tekrar biçimlendirip bir baskı aracı olarak ortaya koydular. Egemenlerin aç gözlülükleriyle gelişip şekillenen devlet mekanizmasının, emekçi yığınların gelişim arzusu karşısında, kendisini defalarca ‘’diktatörlük’’ olarak ortaya koyması şaşırtıcı bir durum değildi. Elbette ki, toplumda sınıfsal çelişkiler derinleştikçe, yönetenlerin yönetemezliği, yönetilenlerin de altında ezildikleri koşulların değişimini en yakıcı biçimde hissetikleri durumlar çoğaldıkça, egemenler ellerindeki en güçlü silahı devreye sokmakta, bu silahı emekçi yığınlara ve onların kader ortaklarına doğrultmakta hiç tereddüt etmeyeceklerdi. Tarih bize bunu defalarca deneyimle öğretti ve hala öğretmekte.

Diktatörlüğün çağları, coğrafyaları, isimleri değişse de, diktatörlerin özel mülkiyete dayalı toplumsal ilişkiler içinde zorunlu olarak açığa çıkan istemleri hiç değişmedi. Hep benzer karakterleri taşıdılar ve hep birbirlerine benzediler;  fakat, halklar er ya da geç daha önce gördükleri bu yüzleri hep tanıdı.

Büyük piramitler, saraylar inşaa ettirdi diktatörler; tanrı kadar büyük olabilmek, onların katlarına yetişebilmek için. Avrupa’dan Asya’ya, bütün dünyada hüküm sürmek istediler. Kıtaları fethettiler; onlar için savaşan ve ölen binlerce, milyonlarca insan sayesinde... Bu istemlerini büyük ülkülerle süslediler ve bu ülküleri dünyanın bütün halklarının ülkülerinden yüce gördüler. Bu uğurda birbirleriyle savaşmakta, halkları savaşa sürüklemekte, onları katletmekte sakınca görmediler.  Kendinden önceki diktatörlere gizli ya da açık öykünerek baktılar, “büyük imparatorluklar, büyük medeniyetler” diye tanımladıkları bu eskiye özlemlerine toplumları inandırma gayreti içinde oldular. İskenderin Helen’i, Napolyon’un Roma’sı ya da Hitler’in Kayıp Kıta Atlantis’inin “üstün insanı” gibi...

Onlar bu istemlerini hayata geçirmekte özgürlerdi. Bitmek tükenmek bilmeyen bir çok istemlerini olduğu gibi. Özgürlerdi; çünkü, doyumsuz arzularının bedelini ödeyen, köleleştirdikleri milyonlarca insan, onlar için çalışıyordu. Fakat, ne acı ki(!), yeninin, değişmekte olanın gücü karşısında özgür istemlerinin mağlubiyeti onlar adına yalnızca bir trajedi doğurdu; bizler içinse komedi...

Charlie Chaplin, bunlardan birini, “Adenoid Hynkel”i,  Adolf Hitler’in parodisi olarak sunuyor. Diğer diktatörlerle ortaklık gösteren özelliklerinin soyutlanmasıyla bir tip olarak ortaya konan Hynkel,  Avusturya’yı -hatta tüm dünyayı- işgal etmenin planlarını yaparken yoksul Yahudi mahallelerinde terör estirip, onların mallarını ele geçirmeye çalışır. Sürekli Yahudi nefretini yükseltirken, Yahudi bir iş adamından para almak söz konusu olduğunda Yahudilere karşı barış ilan eder; fakat, bu gerçekleşmediğinde savaşı büyüterek saldırmaya başlar. Hykel’in korku imparatorluğu tüm toplumu kontrol altına almış gibidir. Sürekli yanında, komutasına kölece bağlılık gösteren kurmayları vardır. En yakınında her öfkelendiğinde rütbelerini söktüğü bir general, danışmanlığını yapan propaganda bakanı vardır. Her türlü ihtiraslarına cevap vermek zorunda olan sektereterler ordusu da kurmuştur kendine. Sanatçılar ve bilimciler de onun için çalışmaktadır. Sarayında geçirdiği “planlanmış” zamanının bir bölümünü de sanata ve bilime ayırmaktadır. Söz konusu olan şey, Hykel’in büstünün ve portresinin yapılması dahi olsa, onun heveskarlığının kısacık anında, sanatçılar bunları bir türlü  bitiremez, Hykel’in buna ayıracağı zaman, kısa ve göstermeliktir. Bilimsel çalışmaların da onayını O vermektedir; buluşlar işe yaramaz ve başarısızdır. Ayrıca klasik sanat yapıtlarını da kendi ideolojisinin estetik normlarına uygun bir şekilde yeniden biçimlendirmiştir; filmin bir bölümünde Nazi selamı veren Venüs ve Düşünen Adam heykelini görürüz. Özel mülkiyet arzusunun en tutkulu biçimini yaşar. Çevresinde varolan her şeyi kendisine ait olacak mülkiyet olarak görür, insanları bile. Balondan bir dünyayı ellerinde çevirdiği, oynadığı bir sahnede, iç geçirip “benim dünyam...” diye sarılarak balondan dünyayı patlatıp, masaya kapanarak ağlar. Nevrozlar yaşayan karakter, dünyayı da bu kimi zaman duyumsadığı çocukça özlemlerinin kurbanı eder. Diktatör olarak yalnız değildir. Onunla aynı özlemleri taşıyan başka kimseler de vardır elbet. Avusturya’yı işgal etmek istediğinde karşısında “Benzino Napoloni”yi (Mussolini’nin parodisi) bulur. Napolini, Avusturya meselesini görüşmek için Hynkel’in sarayına geldiğinde bu iki karakter sürekli birbirleri ile yarış halindedirler. Saraylarının büyüklüklerini, bombardıman uçaklarını, ordularını, hatta oturdukları koltukların yüksekliklerini dahi yarıştırırlar.  Avusturya’nın paylaşımı konusunda yenişemeyen taraflar, çareyi, Avusturya’nın işgal edilmeyeceğine dair, hileli bir anlaşma imzalamakta bulurlar.

Chaplin’in “Büyük Diktatör”ü bize tarihin hangi noktasında olursak olalım, burjuva özel mülkiyet ilişkileri içinde benzer özellikler ve eylemler sergileyecek olan yönetenlerin kaçınılmaz sonunu sergiliyor. Toplumun ortak çıkarları adına karar alma ve onları yönlendirme yetkisine sahip olan bu kimseler, bu yetkiyi her zaman kendi çıkarları uğruna kullandılar. Halkları, emekçi yığınları bu uğurda köleleştirerek zenginliklerini ve iktidarlarını yükselttiler.

Tarihsel akışın gelinen noktasında, toplumların idaresinin burjuva sınıfının elinde bulundurması durumu anlamsızlaşmış ve bu sınıfın ve yönetim biçimlerinin insanlığa yıkımlardan başka bir şey getirmediği gerçeği uzunca zamandır kendini defalarca ispatlamıştır. Yüzyılları aşkın zamandır bu sınıfın tarihsel gerekliliğinin ortadan kalktığını, tekerrür halinde yaşamaktayız. Tarihin uzun zaman evvel önümüze koyduğu yeni bir zorunluluğu, özel mülkiyete dayalı devlet biçiminin ortadan kaldırılması zorunluluğunu, bugün de tüm sıcaklığıyla hissediyoruz. Diktatörlere, diktatörlüklerini yataracak koşulların da bizlerin emeğiyle geldiğini, onlara bu gücü, onların istemlerine bizlerin kölece boyun eğmesi gerçeği olduğunu biliyoruz. Rayından çıkmış tarihsel akışın, uçuruma doğru sürüklenen toplumların tek çıkış yolunun, insanca yaşama arzusunun kuvvetle yükseleceği, emekçi yığınların sırtındaki asalaklar için değil, bizzat kendisi ve bütün toplumun ortak çıkarı için çalışacağı, çalışması gerektiği gündeyiz. Kendimizi yönetecek, kendi irademizle toplumu yeniden şekillendirecek güce ve tarihsel koşullara sahibiz. Bilimsel sosyalizmin ortaya koyduğu tarihsel saptama bunu ifade edeli bir hayli zaman oldu. Kapitalistlerin barbarlıklarına karşı savaşımın günü çoktan geldi. Buna karşı savaşımın ve mutlak zaferinin olanaklılığını Engels’in şu şekilde ifade etmişti: ‘’Yalnızca, modern sanayinin ulaştığı üretken güçlerdeki bu artış ki, emeğin toplumun istisnasız bütün üyeleri arasında dağıtılmasını ve böylece herbir üyenin emek zamanının, hepsine toplumun genel –gerek teorik gerek pratik- işlerine katılmak için yeteri kadar zaman kalacak biçimde sınırlandırılmasını mümkün kılmıştır. Bu yüzden, her türlü egemen ve sömürücü sınıfların hepsi ancak şimdi gereksiz ve aslında toplumsal gelişme için bir engel haline gelmişlerdir ve ancak şimdi ne kadar çok ‘dolaysız zor’ a sahip olurlarsa olsunlar, acımasızca ortadan kaldırılacaklardır.(Friedrich Engels, Tarihte Zorun Rolü,Sol Yay.4. Basım S.51 )’’

Tarih gösteriyor ki, insanca yaşama isteminin gerçekleşebileceği, bu yönde ileri doğru en güçlü sıçrayışlardan birini yapabileceğimiz tarihsel sürecin içinde olduğumuz gerçekliği, hala kendini koruyor. Egemenler, toplum olma bilincini çok zaman önce unuttular. Yalnızca toplumsal emeği değil, en özel biricik emeklerimizi dahi metalaştırarak, kendi çıkarları uğruna yozlaştırdılar. Hırsları uğruna hepimizi köleleştirip, hepimize, herkese yeter dünyayı, bizlerin emek  gücünü kullanarak, yağmaladılar. Aynı uğurda bizleri, gerektiğinde daha çok köleleştirmekte, katletmekte geri durmadılar. İnsanlığın ortak mirasını ve zenginliğini savaşlarla yok ettiler. Onların artık bizlere zarar vermekten başka bir işe yaramadığının deneyimlerle öğrenilen bilinci, insanca yaşayabileceğimiz bir toplumu kurabileceğimiz düşünü yükseltiyor. Bu düş, bugün, biraz daha umutla kuşanıyor. Bu umudu büyütmek, onu yeniden daha güçlü örgütlemek zorundayız.  Bunu yapabilecek gücümüzün olduğunu bizden öncekiler bizlere öğrettiler. Tarihin çok daha karanlık dönemlerini bu güne taşıyan gayretleri ve çabaları bugünün mirası olarak önümüzde duruyor. Bugünün emeği ise, iyi ya da kötü, geleceğin mirasını oluşturuyor. İyiyi üstün kılmanın mümkün olduğunu biliyoruz. Çevremizde sayılamayacak kadar çok insan emeğinin, onun organize, örgütlü gücünün yarattığı zenginliklerle biraradayız. Bize bu gücümüzü unutturan, insanı emeğine yabancılaştıran sistemin ve yönetenlerinin çıkarına değil,  üretenler olarak kendimizin, yani toplumun kendisinin ortak çıkarına çalışabilecebileceğimiz maddi olanaklarına sahibiz. Bir organizma olarak işleyen toplumsallığı, zararlı yanlarından arındıracak, kendisi ve tabiat için faydalı hale getirebilecek kadar güçlüyüz. Gücümüz her birimizin sahip olduğu ve olabileceği yeteneklerin ve üretme kabiliyetinin ortaklaşabildiği gerçeğinden geliyor. Bu birlikteliği sağlamlaştırarak, ileri doğru sıçrayışın bir aracı haline getirmek için devrimci temellerle buluşturabileceğimiz koşullar hazır. Bizden öncekiler bizler için bu zemini hazırladılar. Birliğimize, örgütlülüğümüze inanmak, insana inanmak, onun mucizelerine, mucizeler yaratabileceğine inanmak gerek.  Bizleri, bir hayvan, bir eşya, bir meta olarak görüp, küçümseyenlerin inadına daha fazla kendimize, birlikte başarabileceklerimize inanarak insanlık tarihinin baharını mümkün kılabiliriz. Kimsenin kimseyi yönetmediği, hükmetmediği, kimsenin kimsenin üzerinde olmadığı bir toplumsallığın mümkün olduğunu, bugün yapacağımız en kuvvetli sıçrayışla, yarın daha köklü düşleyebiliriz. İnsalık tarihinin büyük mimarları olarak tarihin akışına fiilen müdahalede bulunabiliriz. Bunları gerçekleştirebilecek kadar bilime, sanata, teknolojiye sahibiz ve bizzat üreticileri olarak. Kullanacağımız güç, bunları üretmekteki gücümüzün ta kendisi. İnsanca yaşamanın, emeğimizi özgürleştrimenin yolu,  özgürlük gayretinin bizzat kendisinde somutlanan ürettiğimiz ‘’devrimci emek’’olacak. Bizlere hükmedebilmek adına  gerçeği unutturanların karşısına bu gerçeği sürekli birbirimize hatırlatarak çıkacağız. Chaplin’in “Büyük Diktatör”de hepimize hatırlattığı gibi:

‘’Üzgünüm ama ben bir imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Kimseyi yöneetmek ya da fethetmek de istemiyorum. Herkese yardım etmek istiyorum. Yahudi, Yahudi olmayan, Zenci, Beyaz. Hepimiz başkalarına yardım etmeliyiz. İnsanlık böyle başlar. Biz birbirimizin mutluluğu için yaşamayı isteriz, kötülüğü için değil. Biz başkasına nefret etmeyi istememeliyiz. Bu dünya zenginliklerle doludur ve bunu herkes paylaşabilir. Yaşam tarzımız özgürlük ve güzellik olmalıdır. Ama biz yolumuzu kaybettik. Aç gözlülük insan ruhunu zehirledi, dünyayı nefretle kuşattı. Bazıları bizi üzüntü içinde bıraktı. Hızlı geliştik ama bu sırada kendimize zarar verdik. İsteklerimizi elde etmek için makineleri kullandık. Bilgilerimizi olumsuz, zekamızı sert ve kaba kullandık. Çok fazla düşündük ama çok az hissettik. Makinelerden çok, insanlığa ihtiyacımız var. Zekadan çok şefkat ve kibarlığa ihiyacımız var. Bunlar olmadan yaşam şiddet dolu olur ve her şeyi kaybederiz. Uçaklar ve radyo bizi yakınlaştırıyor. Bu icatlar insanlığın erdemlerini etkileyecek ve insanlar arasındaki kardeşliği ve birliği gerçekleştirebilecek. Şu anda bile sesim milyonlarca insana, milyonlarca umutsuz kadın, erkek ve çocuğa erişiyor. Sistemin kurbanlarına ve işgence çeken kişilere ve hapisteki masum insanlara...

Beni duyanlara şunu söyleyeceğim, umutsuzluğa kapılmayın. Umutsuzluk şu an üzerimizde ama bunu da atlatacağız. İnsanlığın ilerlemesinden korkanlar, ezilip gidecekler. İnsanlığın nefreti geçecek, diktatörler ölecek. Ve onların gücü insanlığa geri dönecektir. Son insan ölene kadar özgürlük asla yok olmayacaktır. Askerler, kendinizi zebanilere teslim etmeyin, sizleri küçümseyen, sizleri köle yapan, yaşamlarınızı sistematikleştiren, ne düşüneceğinizi söyleyen, sizi terbiye eden, size sığır gibi davranıp, savaşa gönderen bu insanlara. Kendinizi makine kalpli, makine düşünceli bu makine insanlara teslim etmeyin. Sizler makine değilsiniz, sizler sığır değilsiniz, sizler insansınız! Kalbinizde insanlık sevgisine sahipsiniz. Sevgisiz ve nefret dolu olmayın. Askerler, kölelik için savaşmayın, özgürlük için savaşın! Azir Luke der ki, ‘’Tanrı’nın krallığı insanın içindedir.’’ Sadece bir kişi ya da bir zümrenin değil, bütün insanların. Senin de! Makineleri yaratma gücüne sahipsin, mutluluk yaratma gücüne de. Bu yaşamı özgürleştirip, güzelleştirme, yaşamı harika bir macera yapma gücüne sahipsin. Demokrasi adına bu gücümüzü kullanalım. Birleşelim, yeni bir dünya için  savaşalım. İnsana çalışma şansının verileceği, gençlere gelecek, yaşlılara güvence verilecek bir dünya. Zalimler parlak vaatler verirler. Ama yalancıdırlar! Sözlerini tutmazlar. Asla tutmazlar. Diktatörlerin kendileri özgürdür ama onlar insanları köle yapar. Şimdi bu sözleri tutmak için savaşalım. Özgür dünya için, ulusal engelleri kaldırmak için savaşalım. Açgözlülüğü, nefreti ve hoşgörüsüzlüğü kaldırmak için. Bilimin ve ilerlemenin bize mutluluk getirdiği bir dünya için savaşalım. Askerler, demokrasi adına birleşelim!’’

Charlie Chaplin’i saygıyla ve minnetle anarak...

A. Ardil
Aralık 2015