Yaklaşık 4 milyon kamu emekçisi ile 2,5 milyon memur emeklisini ilgilendiren toplu “sözleşme” süreci 28 Temmuz’da (bugün) başlıyor. Bu süreçte 2026-2027 yıllarında geçerli olacak maaş zam oranları ve sosyal haklar belirlenecek.
Kamu emekçileri, sözleşme sürecini alabildiğine ağırlaşan koşullarda karşılıyor. Zira kamu emekçileri önceki dönem maaşlarına kırıntı düzeyinde zam alabilmiş, artan enflasyonla birlikte alım güçleri iyice düşmüş, ücretleri ise yoksulluk sınırının altında kalmıştır.
AKP iktidarının “ekonomik krizle mücadele” gerekçesiyle gündeme getirdiği “kamuda tasarruf” tedbirleri sadece kamu emekçilerine dayatıldı. Servis, kreş vb. kazanılmış hakları ekonomik kriz gerekçesiyle gasp edildi. Oysa saraylarında sefahat süren rejimin efendileri har vurup harman savurmaya devam etti. Rejimin propaganda aparatı olarak kullandığı Diyanet’e ayırdığı devasa bütçeden kesinti yapılmadı. Militarizme ve silahlanmaya ayrılan bütçe ise (tasarruf bir yana) sürekli artırılıyor.
Emekçilere sefalet dayatan “tasarruf” tedbirleri yetmemiş olacak ki, sermaye sınıfının çıkarlarına göre çalışma koşullarını düzenleyen AKP-MHP iktidarı, kamuda taşeron çalışmayı, sözleşmeli istihdamı alabildiğine yaygınlaştırdı.
Sermaye sınıfının bizzat sorumlusu olduğu ekonomik krizin yükü işçi ve emekçilerin omuzlarına yıkılırken, farklı işkollarında gündeme gelen sözleşme süreçlerinde çalışanlara sefalet zammı dayatılırken, iktidarın kamu emekçileri sözleşmesinde de sefalet ücreti dayatacağı bir sır değil…
Kamuda “sözleşme” orta oyunu
8. dönem “toplu sözleşme” süreci, kamu emekçileri için koşulların hiç olmadığı kadar ağırlaştığı bir süreçte başlıyor. Kamu alanında milyonlarca memur ve emekli adına yapılan “toplu sözleşme” görüşmeleri ise bir orta oyunundan öteye gidemiyor. Zira, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Yasası’nda kamu emekçilerinin “grev hakkı” bulunmuyor. AKP iktidarı eliyle “hormonlu” bir şekilde büyütülerek “yetkili” kılınan yandaş sendika Memur-Sen ile AKP iktidarı sözleşme “masasında” birlikte çalıp oynuyorlar. Görüşmelerden bir sonuç çıkmadığında ise “sözleşme”, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na gönderiliyor. İktidarın güdümündeki Hakem Kurulu ise emekçilerin aleyhine kararlar veriyor. Son sözleşme döneminde 2024 yılı için yüzde 15+10, 2025 içinse yüzde 6+5 sefalet zammı verilmesi, Hakem Kurulu denen aparatın kime hizmet ettiğini gözler önüne sermişti.
Sorumluluk öncü-ilerici kamu emekçilerinde!
Sermaye iktidarının kamu emekçilerine ve emeklilerine dayattığı sefalet koşullarını değiştirebilecek yegâne güç, kamu emekçilerinin tabandan birleşik, örgütlü ve fiili-meşru mücadelesidir.
Ne yazık ki kamu emekçilerinin mücadelesi tarihinin en zayıf ve parçalı dönemlerinden birini yaşıyor. Kamu emekçileri hareketinde özel bir yer tutan ve temel bir dinamik olan KESK için bu durum özellikle geçerli. Çok sayıda kamu emekçisinin KHK ile ihraç edilmesi, “dönüşüm” adı altında kamuda yapılan düzenlemelerle güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması gibi kapsamlı saldırılara KESK’e hâkim reformist anlayışların gerekli yanıtları üretmemesi, bu zayıf tablonun oluşmasında belirleyici bir rol oynadı.
Verili duruma rağmen KESK ve bağlı sendikalar, 8. Dönem TİS kapsamında erken bir tarihte taleplerini belirleyip kamuoyuyla paylaşmış bulunuyor. Bunların içinde “Grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı”, “Kadrolu, güvenceli, insan onuruna yaraşır bir iş”, “Mülakat sistemine son verilmesi”, “Yoksulluk sınırının üstünde maaş”, “Tüm ek ve yan ödemelerin temel ücrete dahil edilmesi”, “Vergide adalet sağlanması”, “KHK ile ihraç edilenlerin görevlerine iade edilmesi” gibi önemli talepler de yer alıyor.
KESK, “masada yer almamasına” rağmen görüşmelerin başlayacağı 1 Ağustos tarihinden itibaren “sözleşmenin tarafı” olarak kamu emekçilerinin taleplerinin kabul edilmesi için hareket edeceğini ifade ediyor. Bu bağlamda, başta grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı olmak üzere kamu emekçilerinin temel taleplerinin kazanılmasını hedefleyen ve mücadeleyi sözleşme süreci ile sınırlı tutmayan devrimci bir mücadele programına ihtiyaç olduğu ise açık…
Kamu emekçilerini hedef alan kapsamlı saldırılar, sendika ayrımı yapmadan taban harekete geçirildiğinde, hizmet üretimini durdurma dahil fiili-meşru mücadeleyi esas alan bir mücadele hattı izlendiğinde püskürtülebilir. Başta grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı olmak üzere, kamu emekçilerinin temel talepleri bu yolla elde edilebilir. Bunun için, içinden geçmekte olduğumuz dönemde öncü-ilerici kamu emekçilerine önemli sorumluluklar düşmektedir.
En olumsuz koşullarda “sokaklarda” ve “fiili meşru mücadele” ile kurulan KESK’in mirasına bağlılık da böyle bir mücadele hattı izlenmesini gerekli kılıyor.