“Terörsüz Türkiye” mi?

Meşruiyeti dibe vurduğu için devlet terörünü “temel yönetme aracı” haline getiren rejimin “terörsüz Türkiye” hedefi, sermaye kodamanları için sınırsız sömürme özgürlüğü emekçiler içinse baskı, sömürü ve kölelik koşullarının her açıdan ağırlaşması anlamına geliyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 01 Haziran 2025
  • 08:00

Saray rejiminin sözcüleri ile medyadaki beslemeleri, bir süreden beri “terörsüz Türkiye” söylemiyle topluma karşı bir “algı operasyonu” yürütüyor. Bu söylemle güya “yeni bir ülke” vaat ediyorlar. Oysa kastettikleri şey PKK’yi tasfiye etmek ve Kürt halk hareketini geriletmektir. Bunu başarabildikleri durumda ise ilerici-devrimci güçler üzerindeki baskıları daha da arttırmak, demokratik hak ve özgürlükler alanını mümkünse ortadan kaldırmaktır. 

Rejimin sözcüleri, “terörsüz Türkiye” propagandasına “demokratikleşme”, “sivil Anayasa”, “yeni Türkiye” türünden ideolojik söylemleri de ekliyor. MİT şefi gibi işi uçuk noktalara vardıranlar ise, Türkiye’nin “artık küresel gelişmeleri yalnızca izleyen değil, yön veren bir aktöre dönüşeceğini” öne sürüyor.

Kimi uçuk kimi sahte olan, kimi de yayılmacılık heveslerini gösteren bu ideolojik söylemlerle kokuşmuş rejimlerini süslemeye çalışıyorlar. Edilen sözler cafcaflı gibi görünse de sosyal yıkım saldırıları altında ezilen emekçiler için ne ifade ettiğinden söz etmiyorlar. Etmiyorlar, zira emekçilere derin sefalet, baskı ve zehirli propaganda dışında vaat edecekleri bir şey kalmamış heybelerinde.  

***

AKP şefi Tayyip Erdoğan başta olmak üzere “terörsüz Türkiye” üzerinden propaganda yapan figüranların esas kaygıları toplumsal meşruiyetini yitiren mafyatik rejimlerinin imajını kısmen de olsa düzeltebilmektir. Kürt hareketinin “devletle bütünleşmek” gibi söylemlerle attığı adımları “siyasi zafer” olarak topluma sunma çabası da bu kaygıyla bağlantılıdır. Sürecin nasıl ilerleyeceği, egemen sınıf kliklerinden hangisinin daha çok işine yarayacağı ise henüz netleşmiş görünmüyor. Saray rejimi, gelişmeleri kendi hanesine yazılmış bir “başarı” hikayesi olarak sunuyor. Şimdilik öyle de sayılabilir. Ancak onların “başarı hanesine” yazılanlardan bugüne kadar ülke ve emekçiler payına beladan başka bir şey düşmemiştir.

Ezici çoğunluğu derin bir yoksulluğa mahkum edilen işçi sınıfı ve emekçilerin, kafalarına kakılan bu rezil propagandaya ilgi gösterme ihtimali zayıf görünüyor. Zira somut bir sefaletin içinde yaşayanların soyut bir “terörsüz Türkiye” söylemiyle heyecana kapılmaları için bir neden yok. Bunun farkında olan rejimin efendileri, devlet terörü sopasıyla ülkeyi yönetmeyi de elden bırakmadan “terörsüz Türkiye” propagandasını sürdürüyor.  

***

Bu söyleme sarılanlar, başında bulundukları rejimin devlet terörünü bir yönetme biçimi haline getirdikleri gerçeğini gölgelemeye çalışıyor. Polisin işkenceyi sokaklara taşımasını emreden, hem kolluk kuvvetleriyle hem yargı aparatıyla terör estiren rejim, uyduruk itham ve dosyalarla muhaliflerini zindanlara dolduruyor. Meşruiyeti dibe vurduğu için devlet terörünü “temel yönetme aracı” haline getiren rejimin “terörsüz Türkiye” hedefi ise, sermaye kodamanları için sınırsız sömürme özgürlüğü emekçiler içinse baskı, sömürü ve kölelik koşullarının her açıdan ağırlaşması anlamına geliyor. 

Halihazırda “Türkiye’de terörün kaynağı neresidir?” diye sorulsa, bütün parmaklar sarayı gösterir. Zira rejimin ömrünü uzatmak için muhaliflere uyguladığı yaygın şiddetle iktidar, toplumu korku ve dehşet içinde bırakıp teslim almayı hedefliyor. Yani iktidarın, sarayın beslediği şeriatçı-faşist çetelerin, vatandaşlık sattığı mafya babalarının terörü olmasaydı, ülkede bu kapsamda bir sorun olmayacaktı. Hal böyleyken iktidarın tepesinde oturanların “terörsüz Türkiye” lafları etmeleri, riyakarlığın dik alasıdır. 

***  

Kimilerine göre, “terörsüz Türkiye” demokratikleşmenin önünü açacak. Bunu rejimin siyaset ve medyadaki bazı figüranları da söylüyor. Gerçek hayattaki tüm gelişmeler tersini gösterse de bu tür lafları edenlerin sayısı az değil. Bunlar arasında muhalif kanatta yer alan kimileri de var. Özellikle Kürt hareketi ile ona angaje olan çevrelerde böyle bir beklenti var. Kimileri ise vaat edildiği gibi ülkenin demokratikleşeceğini doğrudan söylemiyor ama “temenni” ediyor. Basit bir demokratik hakkı kullanmanın bile ancak mücadele ile mümkün olduğu, düzenin ana muhalefet partisi CHP’nin bile “yargı terörü” ile kuşatıldığı bir yerde, rejimden demokratik adımlar atmasını beklemek, en hafif değimle bir illüzyondur. 

Vurgulamak gerekiyor ki bu yaklaşım, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ile sınıf ve kitle mücadelesi arasındaki bağı yok sayıyor. Bu temel ilişki koparılınca, dinci-faşist bir rejimin “vahiyle demokratikleşmesi” gibi tuhaf bir beklenti öne çıkıyor. 

Zorba rejimlerin uluslararası durumdan dolayı geri adımlar attığı dönemler olmuştur. Verili koşullarda ise, uluslararası durum tam tersi yönde iletiyorlar. Emperyalist hegemonya savaşının kızıştığı günümüz koşullarında kapitalist devletler için ırkçı, faşist, cihatçı güçler revaçtadır. Bu süreçte soykırımcı Siyonist İsrail rejimi destekleniyor, Colani gibi vahşi bir cihatçı terörist Suriye’ye “devlet başkanı” yapılıyor. Demokratik adımlar atması beklenen Ankara’daki dinci-faşist rejim, bir yandan İsrail’le ticareti geliştirirken (son yayınlanan bilançolar, AKP-MHP rejiminin İsrail’le en çok ticaret yapan ülkeler arasında 5. sırada yer aldığını ortaya koydu) öte yandan Şam’daki cihatçı terör emirliğine hamilik yapıyor.

***

Kürt hareketinin ve devrimci güçlerin iktidar tarafından “terörist” diye yaftalanması, sahtekarlığa dayalı ideolojik bir söylemdir. Zira Türkiye’de terörün kaynağı devlettir. Devlet teröründen arınmış bir Türkiye için ise atılması gereken ilk adım işbaşındaki dinci-faşist rejimin yıkılmasıdır. Elbette bu kadarı sorunu ortadan kaldırmaz. Yanı sıra kapitalist devletin halka karşı kullandığı şiddet aygıtlarının dağıtılması, kontra örgütlenmelerin lağvedilmesi, “sivil” dinci-faşist çetelerin tasfiye edilmesi gibi adımların da atılması gerekiyor. 

İşbaşındaki iktidar bu aygıtları günden güne tahkim ediyor. Başka türlü davranması da beklenemez. İşçilere, emekçilere, ezilenlere, ilerici-devrimci güçlere karşı kullanılan bu şiddet aygıtları, kurulu düzenin temel ayaklarını oluşturuyor. Saray rejimi gibi mafyatik yönetimlerde ise bu aygıtların kapladığı alan çok daha geniştir. Bunları geriletmek, alanlarını sınırlamak ya da dağıtıp hak ve özgürlükler alanını genişletmek, ancak devrimci bir sınıf ve kitle hareketinin yükseldiği koşullarda mümkün olabilir. 

Geçmişte olduğu gibi bugün de kapitalist sistemin sınırları içine hapsolan hak ve özgürlükler mücadelesinin kısır kalması kaçınılmazdır. Zira kapitalist sistem var olduğu sürece, devletin şiddet ve terör aygıtlarından vazgeçmesi mümkün değil. Bu bağlamda hak ve özgürlükler mücadelesinin sistemi ortadan kaldıracak bir devrim hedefiyle sıkı sıkıya bağının kurulması kritik önemdedir. Unutulmamalıdır ki, halen var olan hak ve özgürlükler, tam da sistemi hedef alan devrimci mücadeleler sayesinde kazanılmıştır.