Sermayedarların kâr hırsı ve çıkarı uğruna her gün işçiler ölüyor ya da sakat kalıyor. Alınmayan işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri nedeniyle tüm işkollarında yaşanan bu ölümler karşısında sözde denetleme görevindeki devlet kurumları ise “kör-sağır-dilsiz”i oynuyor. Geçtiğimiz günlerde basına yansıyan iş cinayetleri haberleri bu gerçeğin son örnekleri oldu. Ankara’da ülkelerindeki emperyalist müdahale sonucunda başlayan savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen ve ucuz işgücü olarak çalışan 5 Suriyeli işçi Mobilyacılar Sitesi’nde çıkan yangın sonucunda öldüler.
Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Ankara Şubesi yangınla ilgili inceleme sonrasında yaptığı açıklamada, konutlardan dönüştürülmüş işyerlerindeki elektrik panolarında kaçak akım rölesinin olmadığını, havalandırma bacalarının ve yangın merdivenlerinin bulunmadığını belirtiyor. Mobilya üretiminde kullanılan makinelerin termik şalterler kullanılarak koruma altına alınmış olduğunu ama aynı tesisatın ısınma ve benzeri amaçlarla kullanılan kısımlarında koruma cihazları kullanılmadığını, makinelere verilen değerin insan hayatına verilmediğini ifade ediyor. Açıklamada, yangın merdiveni olmadığı halde bu işyerlerinin iskân almış olmalarına da dikkat çekiliyor.
Geçen hafta yaşanan bir başka örnek ise Bayrampaşa’da ruhsatsız bir tekstil atölyesinde kalan sigortasız 3 işçinin sobadan zehirlenerek ölmesiydi. İşçi sağlığı ve güvenliği alanında alınmayan önlemler nedeniyle ölen işçiler, çalışırken olmasa da ölümleriyle kayıtlara geçtiler.
Denetleme yok ama aklama var!
İşçiler önlenebilir nedenlerle can verirken, yargı ise sermaye devleti gerçeğine uygun şekilde işliyor, iş cinayetlerini aklama görevine devam ediyor. Bunun son örneği de Davutpaşa katliamı davasının sonucu oldu. Davutpaşa’da 31 Ocak 2008’de maytap atölyesinde yaşanan patlama ve yangın nedeniyle 20’si işçi 21 kişi hayatını kaybetmiş, 130 kişi de yaralanmıştı. 17 Ocak’ta Yargıtay tarafından verilen karar ile ihmali bulunanlara ödül gibi “cezalar” verildi. Kamu görevlileri ise beraat etti.
İş cinayetlerine karşı yargının patronları aklayan daha pek çok örneği bulunmaktadır. Torunlar şantiyesi, Soma, sayısız maden ocağı ve daha pek çok iş cinayetinde dava süreçlerinin çoğu patronlar lehine sonuca bağlanmakta, kamu görevlileri ise korunmaktadır. Ne de olsa “bu işin fıtratı” budur!
Ama aynı yargı, iş cinayetlerine karşı çıkan, insanca çalışma koşulları isteyen işçiler söz konusu olduğunda aynı görev bilinciyle hareket etmekte, eli titrek davranmamaktadır. Bunun son örneği, özelleştirme sonucu Cengiz İnşaat-Limak Grubu-Kolin İnşaat ortaklığı ile alınan İstanbul BEDAŞ’ta hem ağır koşullarda hem de can güvenlikleri olmadan çalışan enerji işçilerine verilen cezalardır.
Hatırlanacağı üzere 2014 yılında can güvenlikleri için yanmaz eldiven ve porselen tornavida isteyen BEDAŞ işçileri talepleri sağlanmadığı için DİSK Enerji Sen ile birlikte direnişe geçmişti. İşten atılan işçilerin seslerini duyurmak ve işçi sağlığına dikkat çekmek için SGK Beyoğlu Sosyal Güvenlik Merkezi’nde protesto eylemi gerçekleştirilmiş, SGK binasının camına “İnşaatta, madende, enerjide, yeni Türkiye sermayesi öldürüyor!” yazılı pankart asılmıştı. Eylemde 15 işçi gözaltına alınmıştı. Bu davanın karar duruşması 17 Ocak’ta yapıldı. 4 yıl süren yargılama sonunda temyiz yolu açık olmak üzere Enerji Sen Genel Sekreteri Süleyman Keskin’e 4 yıl, sendika üyesi direnişçi işçilere ise 3 yıl 4 ay hapis cezası verildi. İş cinayetleri davalarında sorumlular bir bir aklanırken ya da alt sınırlarda cezalarla kurtulurlarken, iş cinayetlerine karşı çıkmak bir kez daha suç sayıldı.
3. havalimanı işçilerinin işçi sağlığı taleplerini de içeren eylemine de aynı devlet terörü ile yaklaşılmış, işçiler tutuklanmıştı.
Tüm bu örnekler göstermektedir ki AKP iktidarı son 16 yıllık dönemi boyunca resmi rakamlara göre iş cinayetlerinde 21 bin 208 işçiyi katletmekle ve Türkiye’yi iş cinayetlerinde dünya üçüncüsü, Avrupa’da ise birinci ülke haline getirmekle ne kadar övünse azdır!