181. gün!
Nisan ayı...
Hücre hücre bekleniyor Nisan yağmurları. Gözler bulutları gözlüyor. Öfkeli bakışlarımız, sıkılı yumruklarımız ve zihnimiz muazzam bir sadelikle donanmış. Kavga sürüyor. Her an, her saniye çelik irademizin aşıp geçtiği korku duvarından akın akın geliyoruz. Sonu yok bu akının, biliyoruz.
Açlıktan güçsüz düşse de bedenlerimiz, gözlerimize bakanlar cesaretimizin kızıl ateşini gördüler. Sürgülü koğuş kapısının bir tarafında insanlığın hür geleceği, diğer tarafında esaret düzeninin bekçi köpekleri var. Gözleri boş boş bakıyor onların. Gözlerinin ardında ne bir düş kırıntısı ne bir gülümsemenin sıcaklığı var. Onursuz hayatlarının olanca pisliği akıyor sözlerinden. Titrek ellerinde korkunun tiksinti verici silahı zulüm. Sürgüledikleri hücre kapısı değil kendi şerefleridir. Devir, kölelerin tok, özgürlüğün son oğul ve kızlarının aç olduğu devirdir.
Yağmur başladı. Pencerelerimiz de sürgülü. Zihinleri ve vicdanları zincirlenmiş olanlar doya doya seyredebilirler gökten düşen yağmur damlalarını, ancak yağmurun temizlediği berrak havada gülüp ışıyacak olan yine bizleriz. Etrafı saracak, ciğerlerimize dolacak olan toprak kokusu, bizim toprağımızdan yayılır. Sonlar ve başlangıçlar bize malumdur. Sonumuz ve başlangıcımız aynı andır bundan böyle. Onların ise yalnızca acı bir sonları var. O yüzdendir zavallı korkuları.
182. gün!
Hazal uzanıyor ranzasında. Hazal, çelik irademizin kızıl gülü. Ellerinde insanlığın geleceğini sımsıkı tutuyor. İnsanlığın geleceğini teslim almak isteyen “yılan soyuna” karşı, tam 182 gün boyunca demir yumruğu içerisinde korudu onu. Göğsüne bastırdı ve bir an olsun bırakmadı. Hücremiz rutubetten kırılıyor. Havasızlık ve nem, içeri giren bekçi köpeklerini işlerini çabucak bitirip kaçmaya zorluyor. Oysa Hazal, mecali olmasa da gözleriyle dalga geçiyor kaçıp giden bekçi köpekleriyle. Kapıyı sertçe çarpıp çıktılar. Şimdi yavaş yavaş doluyor ciğerlerine Hazal'ın, insanlık onurunun temizlediği hava. Aldığı nefes boğazından geçip sınıfın ciğerlerine, verdiği nefes sınıftan geçip partiye akıyor.
Sonsuzluğun kapısını araladı Hazal. Yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar geçti zihninden bir bir. Anımsadı ve gülümsedi. Anımsadı, izbelerde gizli gizli buluşmalarımızdan arta kalan anıları, en sıcak, en içten gülümsemeleri, o koşturmacayı, emeği ve mücadeleyi. Gülümsedi. Anımsadı, ihanetleri, kırılıp giden grevleri, düşen yoldaşları ve yaşanabilecekken yaşanamayan bütün güzellikleri. Çatıldı kaşları. Sıkmak istedi yumruğunu ve ayağa kalkmak istedi. Tekrar faşizmin ve işbirlikçilerinin karşısına dimdik dikilmek istedi. Bu hayasız dönen çarkı kırıp atmak, umudun ve vicdanın yolunu tekrar tekrar yürümek istedi. Yorgun olan bedeniydi. Vicdanı ise dipdiri ve tertemizdi. Zira yitip gidecek ve lanetle anılacak hayatın onlarınki olduğunu, yeniden yeşerip hüküm sürecek hayatın ise kendisinin de içinden geldiği sınıfa ait olduğunu biliyordu.
Gözlerini kapadı. Ellerinde kızıl bayraklarla yürüyen on binleri gördü. Öfke ve coşkuyla haykırılan zafer marşlarını duydu. Titreye titreye kaçacak delik arayan kapitalist fareleri ve muazzam bir öfkeyle donanmış işçi selini, er geç olacak olanı, kaçınılmazı gördü. Bir adım daha yaklaştı araladığı kapıya. Artık bir adım, son bir adım kalmıştı uzanan sonsuzluğa... Ve duydu. Belki uzak belki yakın bir geleceğin meydanlarından gelen binlerce yüreğin hep bir ağızdan haykırdığı ismi “Hazal”. İşte bir kavga anı savrulan yumruk “Hazal”. Bozkırın ortasına yalnız bir kartal konar “Hazal”. Dünyanın bir yeri, bir sınıf devrimcisi sürüklenip atılmış soğuk betona, ayağa kalkar “Hazal”. Yoksul sofralarda çatık kaşlar “Hazal”. Gün “Hazal”. Ay “Hazal”. Güneş “Hazal”. Bir doğumhanede tatlı telaşlar: Doğan bebek “Hazal”.
Kalbinin ve zihninin her yanına dolan geleceğe doğru attı adımını...
183. gün
An geldi. Yağmur başladı. Ulucanlar, Bayrampaşa, Bartın, Küçükarmutlu ve Tokat şahitlik etti cesaretin sağanağına. Tekstil atölyelerinde dolaşan fısıltılar, cüretkar gürültülü sloganlar oldu yüreklerde. Olan biteni duyanların kimi sıktı dişini, kimi döktü yaşını. Ama her birinin bilincine mıh gibi çakıldı duydukları haber. Ve düşman bilmeli ki, şuur radikalleştirir. Hazal'ın yoldaşlarının yüreğinde hüzün, hınç ve gurur bir aradaydı. Yine kaldırdılar kızıl bayrağı. Yürüdüler Hazal’a doğru ve haykırdılar “Kızıl bayrak yukarı, daha daha yukarı!”
Çeyrek asır sonra
Çeyrek asır sonra insanlığın geleceği şimdi yine sınıf devrimcilerinin ellerindedir. Devlet ise terör ve baskı ile temsil ettiği sınıfı sonsuz ve haklı öfkemizden kurtarma derdinde, nafile. Nafile, çünkü grev halaylarında kol kola direnen işçiler vardır. Nafile, gözaltında işkenceye, tacize direnen kadınlar vardır. Meydanlarda zulme karşı taş fırlatan halkımız vardır. Üniversitelerde boykot boykot gelen öğrenciler vardır ve hâlâ sokaklarda ve zindanlarda sarsılmaz sınıf devrimcileri vardır.
Hazal ise hala tekstil atölyelerinde dolaşmaktadır…
Ankara’dan bir işçi