İran’a saldırı öncesinde “ağlama duvarı” önüne giden Netanyahu’nun Tevrat’ta yer alan “Aslan uyandı, tüm köpek sürüsünün sonunu getireceğiz” ifadesini bir kağıt parçasına yazdığı ortaya çıktı. Siyonistler, bu kâğıt parçasını özellikle servis ettiler. Soykırımcı çetenin saldırıya “yükselen aslan” ismini vermesi bu tiksinti verici seremoniyi tamamladı.
İran’a karşı savaşı, Yahudiler hariç bütün Ortadoğu halklarını “köpek sürüsü” gören bir zihniyet plandı. Savaş, Netanyahu ve başında bulunduğu soykırımcı dinci-faşist çete tarafından yürütülse de bu, aynı zamanda ABD emperyalizminin de savaşıdır.
Siyonist rejime hâkim olanlar, İran’a saldırmak için hazırlık yaptıklarını hiçbir zaman gizlemediler. Siyonist işgale karşı direnen İran’ın müttefiklerine her fırsatta saldıran İsrail, yıllardan beri İran’la dolaylı bir savaş içindeydi. İran’ın Şam’daki büyükelçiliğini bombalayan soykırımcı çete, doğruda savaşa adım atmıştı. Suriye’nin düşürülmesinden sonra ise esas savaş için zamanın geldiğini var saydılar.
İsrail tüm saldırıları, elbette ABD’nin doğrudan desteği ve diğer batılı emperyalistlerin kol kanat germesiyle yapmaktadır. Ancak Siyonist terör rejimini koruyan ABD, ihtiyaç duyduğunda İsrail’i kendi çıkarları için de savaşa sürmekten geri durmuyor. İsrail’in İran saldırısı ABD’nin hem bölgesel hem küresel politikalarıyla bağlantılıdır. Dolayısıyla Netanyahu’nun Trump’a rağmen savaş ilan ettiği iddiası boştur. Zaten İsrail’in savaşı başlatmasından saatler sonra basına demeçler veren Trump, “keyifli” bir pişkinlikle memnuniyetini dile getirdi. Dahası “ABD’nin İsrail’e büyük miktarda ağır silahlar verdiğini, bir kısmının ise yolda olduğunu” söyledi. İran’ın teslim olmaması durumunda İsrail’in “çok daha vahşi” saldırılarına maruz kalacağını ekleyerek, küstahça tehditler savurdu.
Trump ve emperyalist bir sahtekarlık
Tel Aviv’deki soykırımcı çetenin mensupları, İran’a yönelik saldırı için 6 aydan beri hazırlık yapıldığını ilan ettiler. Elbette sözü edilen hazırlık Trump yönetimiyle koordineli bir şekilde yapıldı. Trump’ın İsrail’e verilen ve yolda olan silahlardan söz etmesi de saldırının birlikte planlandığını teyit ediyor. Oysa o sürede ABD ile İran, Umman Sultanlığı’nın arabuluculuğunda nükleer anlaşmaya varmak için görüşmeler yapıyordu. Bizzat Trump anlaşmaya yakın olduklarını, görüşmeler sonuçlanmadan İran’a saldırmaması için Netanyahu’yu uyardığını söylemişti. Emperyalist/Siyonist güçlerin medyadaki “savaş taburu”, Trump-Netanyahu arasındaki anlaşmazlıkların derinleştiğini yazıp çiziyordu.
13 Haziran sabahı dünya, Trump’ın emperyalistlere özgü sahtekârlığının yeni bir örneğini daha gördü. Daha önce yapılan tüm açıklamaların sahte, nükleer anlaşma için yapılan görüşmelerin ise aslında bir oyalama taktiği olduğu ortaya çıktı. Bu ibretlik tutum kapitalist dünyanın sahip olduğunu iddia ettiği bütün değerlerin nasıl bir yalandan ibaret olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
ABD’nin Ortadoğu halklarına karşı savaşlarının son halkası
12 Haziran’ı 13’üne bağlayan gece İran’a düzenlenen saldırı, emperyalist/Siyonist güçlerin Ortadoğu’ya dönük saldırganlık politikalarının yeni bir aşaması oldu. Bu saldırganlık kendini Gazze’de halen devam eden soykırımda, Lübnan’da, cihatçı terör örgütlerine teslim edilen Suriye’nin bütün askeri varlığının imha edilmesinde, Yemen’de ve başka alanlarda yıllardır sürdürülüyordu. Buna rağmen İran’a saldırının öncekilerden belirgin bir farkı var: Savaş ilanı için bir “gerekçe” uydurma zahmetine katlanmadılar. Zamanın uygun olduğuna karar verip saldırıya geçtiler.
Emperyalist/Siyonist sömürgecilerin Ortadoğu halklarına karşı giriştikleri savaşlar zincirinin önemli bir halkası, 1991’de Irak’a yönelik saldırıydı. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı dönemle çakışan bu savaşın ardından Afganistan, ikinci kez Irak, Libya, Yemen, Suriye bu zincirin halkalarına eklendi. Filistin ve Lübnan’daki direniş hareketleri ise zaten sürekli ateş altında tutuluyor. Tüm bu saldırılar, ortak bir hedefe ve stratejiye dayanıyor. Washington ve Tel Aviv’deki savaş kışkırtıcıları, kendilerinin dilediği gibi hareket edebilecekleri ve hiçbir direnişle karşılaşmayacakları “Yeni bir Ortadoğu” hayalini kuruyorlar. Bu hedef doğrultusunda İran’ın da yıkılıp parçalanması gerekiyor. Küstah sömürgecilere “akıl hocalığı” yapan merkezlerin hazırladığı raporlarda bu plan yıllar boyunca enine boyuna yazılıp çiziliyor.
Planın uygulanması çok zaman aldı. Birçok noktada kazaya uğradı. Ancak çok kutuplu dünyada sarsılan hegemonyasını geri kurmak ve muhtemel rakiplerini geriletmek isteyen ABD ve suç ortakları için zaman daralıyordu. Savaşlar zincirinin son halkası olan bu histerik saldırganlık Ortadoğu’da tam hakimiyet kurmak için girişilen önden beri tasarlarmış kritik bir hamle oldu.
Washington-Tel Aviv dehlizlerindeki hesap Tahran’a uymadı
ABD-İsrail tarafından planlanıp gerçekleştirilen saldırı, İran’a açık bir çökertme operasyonudur. Hem ABD-İsrail savaş aygıtları hem İran’daki işbirlikçilerin aynı anda giriştiği saldırıyla İran’a “öldürücü” bir darbe indirilmek istendi. İlk bombardımana aynı anda 200 savaş uçağının katıldığı ilan edildi. İran ordusu ve Devrim Muhafızları ordusunun üst düzey komutanları ile bilim insanları öldürüldü. Birçok askeri nokta ile nükleer enerji santralleri peş peşe vuruldu. İran’a vurulan etkili darbe, ABD-Siyonizm yaltakçılarının zafer naralarıyla karşılandı.
Emperyalist/Siyonist güçlerin medyadaki “savaş taburu” da aynı anda kendi cephesinden “İran’a hücum” etti. İran’a savaş ilan edenlerin her tür insani, ahlaki, hukuki, siyasi anlaşma ve kuralı ayaklar altına almış olduğu gerçeğine elbette değinmediler. Tersine barbarlığın temsilcilerini öven, yeteneklerini göklere çıkaran yorumlar, bol spekülasyon ve asparagasla birlikte zihinlere boca edildi. Bazı kalemlerin yazdıklarına baksak İran çökertilmiş, emperyalist/Siyonist saldırganların zafer kazanması daha ilk anda kesinleşmişti.
Bu türden yorum, temenni ya da beklentiler uzun ömürlü olamadı. 45 yıldan beri ABD ambargosu altında olan İran elbette savaşa girmek istemiyordu. Ama mesele isteyip istememesi değildi. Ya teslim bayrağını çekip diz çökecek ya tüm gücüyle saldırganlığa karşılık verecekti. Elbette ikincisini seçti. Çok geçmeden, Tel Aviv’deki soykırımcı çetenin işinin hiç de kolay olmadığı görüldü.
İran diz çökmediği gibi, Trump’ın “Teslim olun. Yoksa İsrail daha vahşi saldırılar yapacak” tehditlerine de pabuç bırakmadı. İşgal edilmiş Filistin toprakları üzerine kurulan Siyonist rejimin askeri, teknik, ekonomik gibi merkezleri İran’ın fırlattığı balistik füzelerle vurulmaya başladı.
İşgalci İsrail ordusunun sahip olduğu donanma ve emperyalistlerin sunduğu tüm imkanlara rağmen Tel Aviv, Hayfa, Kiryot ve diğer kentlerde bulunan “hassas” tesislerin vurulması önlenemedi. Şehirlerin vurulabilmesi, çok övünülen savunma sisteminin aşılması Netanyahu ve çetesini diken üstünde bıraktı. Zira Trump İsrail’i koruyacağız dese de zırhlarının delik-deşik edildiğini görmeleri için iki-üç günün geçmesi yetti.
İran’a karşı “emperyalist savaş koalisyonu” kurulacak mı?
ABD ile AB emperyalistleri Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı savaşın dolaysız tarafı oldukları gibi, İsrail’in İran’a karşı savaşında da aynı konumdalar. Emperyalistlerin mali, askeri, teknik, diplomatik, siyasi, medyatik gibi alanlarda verdikleri destekler olmasaydı İsrail’in İran’la savaşa girmesi mümkün olmazdı. Ancak o desteğe sırtını dayayan Tel Aviv’deki çetenin İran’a karşı kolay zafer kazanma hevesleri kursağında kalmış görünüyor.
Zelenski gibi Netanyahu da emperyalistlerin desteğinin yeterli olmadığını, savaşa doğrudan girmeleri gerektiğini söylemeye başladı. Siyonist rejimin temsilcileri de medyadaki sözcüleri de emperyalistleri yardıma çağırıyorlar. Yansıyan haberlere göre, Netanyahu doğrudan İngiltere ve Fransa’dan yardım istedi. İngiliz emperyalizmi bölgeye savaş uçağı konuşlandıracağını açıkladı. Fransa’nın ise doğrudan savaşa girme talebine olumsuz yanıt verdiği söyleniyor.
İki de bir İran’a küstahça tehditler savursalar da Siyonistler için esas olan ABD’nin doğrudan savaşa dahil olmasıdır. Zira o durumda Netanyahu’nun istediği “savaş koalisyonu” oluşturulabilir.
Ancak “Savaşa başla” diye yeşil ışık yakan Trump, en azından şimdilik doğrudan işin içine girmeye pek hevesli görünmüyor. Zira ABD’nin savaşa girmesi olayı çok farklı boyutlara taşıyacak. Hem Ortadoğu’daki askeri üsleri ve savaş uçağı taşıyan gemileri İran için meşru hedefi haline gelecek hem Hürmüz boğazının kapanması ve dünya ekonomisinin sarsılması sorunu ortaya çıkacak. ABD’nin doğrudan savaşa girmesi, hegemonya çatışmalarını da şiddetlendirecektir. Zira İran düşerse Rusya ve Çin için önemli bir mevzi yitirilmiş olacak. Bu da doğrudan işin içine girmeseler de onları İran’a destek vermeye zorlayan bir etken olacak. Kimi iddialara göre şimdiden yardım etmeye başladılar. Bu arada İran’ın nükleer bomba yapabilecek bir teknolojik birikimi olması da ABD’nin doğrudan savaşa girmesini müşkül kılıyor.
Savaşın bir noktada durması için Rusya da Çin de çaba harcıyor. İran, “İsrail saldırıları durdurursa biz de durdururuz” diyor. Tüm bunlara rağmen savaşın ABD’nin de katılımıyla sürmesi ve bunun Ortadoğu’yu tam bir cehenneme çevirme tehlikesi var. ABD-İsrail ve suç ortaklarının elinde devasa bir yıkıcı güç var. Hiçbir yasa, kural, anlaşma, değer de tanımıyorlar. Buna rağmen İran’a savaş ilan ederek içine girdikleri süreçten nasıl çıkabilecekleri belli değil. Trump yönetimi işi çığırından çıkarırsa, İran işgalci ABD ordusuna, bölgesel işbirlikçilerine ve dünya ekonomisine verebileceği zararı kestirmek de kolay değil. Olayların seyri ABD emperyalizminin tutumuna bağlı olacak. Ya bir yerde duracak ya da cehennem yangınına körükle gidecektir.
Halklar için tek çıkar yol, emperyalist/Siyonist barbarlığa karşı birleşik direniştir!
Ortadoğu halkları emperyalist/Siyonist saldırganlığın bedelini yüz yılı aşkın süreden beri ödüyor. Öncesi bir yana, 21. Yüzyılda savaşsız, yıkımsız, ölümsüz bir gün bile geçirmelerine izin verilmedi. Ülkeler peş peşe savaş cehennemine çekildi, yakıldı yıkıldı, halkları sürüldü, kıyımdan geçirildi. Şimdi ise halklar öncekilerden çok daha tehlikeli, çok daha yıkıcı olabilecek bir savaş tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.
Durum bu kadar vahim olmasına rağmen, yazık ki bölge halkları halen pasif ve sürece mücadele edebilecek bir örgütlülükten yoksun durumda. Bu ise ilerici-devrimci güçlere ve tüm samimi savaş karşıtlarına büyük bir sorumluluk yüklüyor. Zira halkların bu konuda uyarılması, örgütlenmesi ve mücadeleye kazanılması gibi hayati önemi olan bir görevle karşı karşıyalar.