AfD’nin “savaşçı kültür” çağrısı

AfD’nin “savaşçı kültür” söylemi yalnızca Almanya’nın iç politikasını sağa kaydırmakla kalmamakta, aynı zamanda Avrupa ve dünya için de ciddi bir potansiyel tehdit oluşturmaktadır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 06 Haziran 2025
  • 08:00

22 Mayıs 2025’te, Alman Federal Meclisi’nde (Bundestag) yapılan tartışmada, ırkçı-faşist Almanya için Alternatif (AfD) partisinin bir kez daha militarist ve gerici söylemlerini açıkça beyan etmesi, yalnızca Almanya’nın iç politikası açısından değil, küresel açıdan da ciddi bir tehdit işareti oldu. 

AfD Milletvekili Hannes Gnauck, Bundeswehr’in (Alman Silahlı Kuvvetleri) “çok yumuşak” hale geldiğini öne sürerek, ABD’nin Donald Trump yönetimindeki “savaşçı kültürü”nü örnek alan bir “reform” çağrısı yapması saldırganlık histerisinin giderek şiddetlendiğini gözler önüne serdi. İki emperyalist paylaşım savaşını başlatan Alman emperyalizminin, buna üçüncüsünü eklemekte beis görmeyecek kadar zıvanadan çıkmaya başladığı görülüyor.

***

Almanya, 20. yüzyılda iki kez dünya savaşına sebep olmuş, ikincisinde Nazi faşizminin yarattığı yıkım, on milyonlarca insanın ölümüne, soykırıma ve insanlık dışı uygulamalara yol açmıştı. Savaş sonrası Almanya’da kurulan düzenin temelinde “militarizmin sınırlandırılması ve ordunun sivil denetim altında tutulması” gerektiği ilkesi benimsenmişti. Ancak AfD’nin Bundeswehr’i bir “savaşçı orduya” dönüştürme çağrısı, Almanya’nın faşist geçmişiyle “hesaplaşmada” yaratılan toplumsal hafızayı silme çabasının vardığı boyut hakkında fikir veriyor. 

Gnauck’un, ordu içinde “cinsiyet eşitliği” görevlilerini, “iklim dostu” projeleri ve askerler için sağlanan psikolojik refah olanaklarını “ideolojik çürüme” olarak tanımlaması ise faşist ideolojinin klasik tezahürüdür.  

İnsan hakları, eşitlik, çevre bilinci ve kolektif yaşam değerleri “zayıflık” olarak damgalanmakta, yerine saldırgan, eril bir savaş kültürü ikame edilmek istenmektedir. Bu, sadece içeride baskıcı bir devlet yapısını değil, dış politikada da saldırgan bir çizgiyi meşrulaştırmaya çalışan bir ajandanın hayata geçirilmesine duyulan özleme işaret ediyor.

“Trumpizm”in gölgesinde bir askeri reform

Gnauck’un konuşmasında övgüyle bahsettiği Trump döneminin “savunma” politikaları, ABD ordusundaki “ilerici” reformların tasfiye edilmesini ve savaş yanlısı bir “geleneksel değerler” sisteminin ihya edilmesini hedeflemektedir. 

Trump’ın Savunma Bakanı Pete Hegseth’in ordu içindeki çeşitlilik programlarını kesmesi ve “savaşçı ahlakı” geri getirme sözü, açıkça emperyalist müdahaleciliği ve ulusal üstünlükçü militarizmi yüceltmektedir. 

AfD’nin bu modeli örnek alarak Alman ordusunda istediği “savaşçı kültür”, yalnızca tehlikeli bir militarist dönüşüm değil, aynı zamanda Almanya’yı yeni vekalet savaşlarına sürükleyecek potansiyel bir kırılma noktasıdır. 

Gnauck’un “Her personel şirketinde cinsiyet danışmanları olan CEO’lara ihtiyacımız yok, savaşabilecek ve savunabilecek erkek ve kadınlara ihtiyacımız var” sözleri, neoliberal yönetim biçimlerine karşı bir eleştiriden çok, faşist liderlik fetişizminin yeniden üretimi olarak ele alınmalıdır.

İklim ve sosyal haklar düşmanı AfD milletvekilinin, kışlaların “iklim dostu” iyileştirmelerini “yeşil ideoloji” olarak küçümsemesi ve askerlere sağlanan insani yaşam koşullarını “otel konforu” diyerek aşağılaması, çevre karşıtı ve insan düşmanı bir politika hattının parçasıdır. Kapitalizmin yarattığı ekolojik yıkımın etkileri her geçen gün daha belirgin hale gelirken, onun ordularının “çevreye duyarlı biçimde yeniden yapılandırılması” safsatası elbette ki bir “lükstür”. AfD, lider fetişizminden hareketle askeri yapıyı bireysel haklardan arındırılmış, itaat ve şiddet merkezli bir yapıya dönüştürmeyi hedeflemektedir. 

Bu parti, Ukrayna’ya silah yardımlarına “karşı çıkmakla” görünüşte “barışçıl” bir duruş sergilemektedir. Ancak bu karşıtlık, popülist bir milliyetçilik ve militarizmden kaynaklanmaktadır. 

Gnauck’un Almanya’nın “yabancı çıkarlar” adına Bundeswehr’i kullanmakla suçladığı hükümete yönelttiği eleştiriler, aslında Almanya’nın emperyalist hedeflerini milliyetçi bir eksende yeniden tanımlama girişimidir. 

AfD, Batı ittifakının krizinden faydalanarak, Almanya’nın “bağımsız” ama saldırgan bir askeri aktöre dönüşmesini savunmakta; böylece küresel düzeyde yeni çatışma hatlarının şekillenmesine zemin hazırlamaktadır.

Üçüncü bir felakete giden yol 

AfD’nin “savaşçı kültür” söylemi yalnızca Almanya’nın iç politikasını sağa kaydırmakla kalmamakta, aynı zamanda Avrupa ve dünya için de ciddi bir potansiyel tehdit oluşturmaktadır. Alman ordusunu militarist, saldırgan ve ideolojik olarak sağa çekilmiş faşist bir yapıya dönüştürme çağrısı, Almanya’nın geçmişte iki kez insanlığa yaşattığı yıkımın yeni bir versiyonunun habercisidir. 

Tarih, faşizmin nasıl yükseldiğini ve ne tür yıkımlara yol açtığını çok net bir şekilde göstermiştir. Bugün bu geçmişten alınan dersleri yok saymak, yalnızca Almanya için değil, tüm insanlık için bir felaketle sonuçlanabilir. 

Dolayısıyla AfD’nin söylemleri karşısında yalnızca politik değil, tarihsel ve etik bir duruş sergilemek zorunludur. Emekçi halkların barışı, eşitliği ve özgürlüğü için verilen mücadele, bu tür savaş çağrılarına karşı daha da kararlı bir şekilde sürdürülmelidir.