NATO’nun gerçek ajandası:

Barış adına savaş, güvenlik adına yıkım

NATO Zirvesi, beklendiği gibi, halklara daha fazla yoksulluk, emperyalist merkezlerde dahi sosyal harcamaların kısıtlanması ve sermaye için silah üretimi üzerinden yeni birikim alanlarının açılmasını öngörüyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 27 Haziran 2025
  • 08:00

2025 NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, Hollanda’nın diplomasi merkezi Lahey’de olağanüstü güvenlik önlemleri altında gerçekleştirildi. 

NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de memleketi olan Lahey 45 devlet ve hükümet başkanını, heyetlerini ve 2 bine yakın gazeteciyi ağırlarken, toplamda 9 bine yakın kişinin katılımı ile toplantı uluslararası gündemin odağı haline geldi. Emperyalist savaş aygıtının şefleri, tarihinin en büyük “güvenlik operasyonu” olarak nitelendirilen “Turuncu Kalkan” ile korundu. Bunun için 27 bin polis ve 10 bin asker ile şehirde yollar kapatıldı, hava sahası kontrol altında alındı ve gündelik yaşam adeta kıskaca alındı. 

***

Lahey sokakları zirve nedeniyle yalnızca militarist diplomasi trafiğine değil, savaş karşıtlarının eylemlerine de sahne oldu. Kapitalist-emperyalist düzenin en büyük savaş aygıtı NATO’nun bu zirvesi adeta bir savaş halinin gölgesinde gerçekleştirildi. Zirvenin resmi açıklamalarında “güvenlik”, “istikrar”, “ortak savunma” gibi süslü ifadeler öne çıkarılsa da gerçekte konuşulanlar emperyalist savaş hazırlıklarının daha da derinleştirilmesi, militarist yatırımların rekor düzeyde artırılması ve savaş aygıtının topyekûn yeniden yapılandırılmasıydı. 

NATO Zirvesi’nde merkeze yerleştirilen hedef üye ülkelerin Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’larının (GSYH) en az yüzde 5’ini silahlanma ve savaşa ayırması oldu. Bu, emekçilerin ürettiği zenginliğin daha büyük bir kısmının askeri harcamalara, saldırganlık ve savaşa tahsis edilmesi anlamına geliyor. Özetle, NATO Zirvesi, beklendiği gibi, halklara daha fazla yoksulluk, emperyalist merkezlerde dahi sosyal harcamaların kısıtlanması ve sermaye için silah üretimi üzerinden yeni birikim alanlarının açılmasını öngörüyor. 

Kapitalist sistemin krizinin derinleştiği, hegemonya mücadelelerinin sertleştiği, ekonomik rekabetin açık savaş tehditlerine dönüştüğü günümüz koşullarında NATO’nun bu yönelimi tesadüfi değil. 

ABD önderliğindeki saldırgan cephe, esas olarak Rusya ve Çin'e karşı savaş hazırlıklarını hızlandırırken, üyelerine ağır mali ve politik yükümlülükler dayatıyor. Bu yükümlülüklerin en çarpıcısı, “en geç 2035 yılına kadar silahlanmaya ayrılacak payın %2’den %5’e çıkarılması hedefi” oldu. Bu orana ulaşmak, tüm ülkelerde federal bütçeleri zorlayacak, emekçi kitlelere daha fazla yoksulluk ve yokluk dayatılarak sağlanacak. Bu durum, eğitimden sağlığa, konut hakkının rafa kaldırılmasına kadar uzanan bir dizi sosyal hakkın budanması, polis baskısı ve militarizmin ise gündelik yaşamın merkezine yerleştirilmesi anlamına geliyor. Pek çok emperyalist ülke, bu yeni hedefe kısa vadede ulaşmak için bütçe dengelerini şimdiden altüst etmeye hazırlanıyor. Militarist yarışı önde tamamlamak isteyen Almanya ise 2035’i bile beklemeden, 2029 yılında bu orana ulaşmayı planlıyor. 

***

Zirvede alınan kararlar, NATO'nun iddia edildiği gibi bir “savunma” örgütü değil, doğrudan saldırgan bir savaş makinesi olduğunu bir kez daha kanıtladı. Önümüzdeki on yıl boyunca “milyonlarca top mermisi, binlerce tank, savaş uçağı, hava savunma sistemleri” gibi kalemlere dev bütçeler ayrılacak. 

Buna ek olarak altyapıdan siber güvenliğe, istihbarat ağlarının genişletilmesinden yeni muharip (savaş) birliklerin kurulmasına kadar uzanan histerik bir militarist süreç şimdiden başlatıldı. 

Bu kararların uygulanabilmesi için iktidarların sosyal harcamaları kısarak silaha kaynak aktarması gerekiyor. Bu ise, kapitalist devletlerin kendi toplumlarına karşı savaş açması anlamına geliyor.

***

Zirvede dikkat çeken bir diğer nokta ise, silahlanma ve militarizmin yanı sıra emperyalist ikiyüzlülüğün de zirve yapmasıydı. Emperyalist blokun üç temel gündemi olan Ukrayna savaşı, Filistin’deki soykırım ve İran’a yönelik saldırılar, zirvede tek taraflı bir çerçevede ele alındı. Ukrayna konusunda emperyalist hamilik sürdürülecek ancak bu, “NATO’ya üyelik sözü” olmaksızın, mali yardımlarla sınırlı kalacak. Kiev’e aktarılan milyarlarca Euroluk fonlar, esasen Batı silah şirketlerinin kasalarına akan sermaye enjeksiyonları olarak işlev görmeye devam edecek. 

Filistin’deki soykırım ve vahşi katliamlar ile İran’a yönelik açık saldırganlık ise görmezden gelindi. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırımı koşulsuz destekleyen, İran’a yönelik saldırıları “İsrail’in kendini savunma hakkı” sayan emperyalist blok, bu başlıklarda adeta suskunluğa büründü. 

Zirvenin himayesi için alınan “güvenlik” önlemleri emperyalist sistemin içe dönük krizini yansıtıyor. 27 bin polis ve 10 bin askerin katıldığı dev bir militarist gösteri yapan NATO şefleri, yalnızca “dış tehditlere” karşı değil, içeride büyüyen toplumsal öfkeye karşı da bir “ön alma” stratejisi hazırladıklarını yansıttılar.  

Protestolara karşı alınan aşırı önlemler, zirve alanının etrafına çekilen kilometrelerce bariyer, dinlemeye karşı özel inşa edilen odalar, siber saldırı korkusuyla Wi-Fi yasakları... Tüm bunlar, savaş planlarının yalnızca “dış düşmanlara” karşı değil, iç muhalefete ve kitle hareketlerine karşı da hazırlandığını gösteriyor.

Türkiye’ye “vefa borcu”

Türkiye açısından zirvede öne çıkan iki unsur dikkat çekiciydi: İlki, Türkiye'nin NATO’nun yeni savaş konseptine tam angaje olduğu gerçeği. 

Erdoğan’ın zirvede yaptığı görüşme ve konuşmalar ve hükümet medyasının “coşkusu”, Türkiye’nin emperyalist savaş makinesine “gönüllü tetikçi” olarak hizmet etmeye her zaman hazır ve nazır olduğunu ve NATO tarafından “kabul görmek” istediğini gösterdi. Türkiye’nin, özellikle Orta Doğu’da NATO planları doğrultusunda bir taşeron güç olma işlevini daha da artıracağı anlaşılıyor. İkinci unsur ise, 2026 zirvesinin Türkiye’de yapılacağının duyurulması. Bu karar, “sadık tetikçi” Ankara’ya verilen bir “teşekkür” niteliği taşırken, Türkiye’yi daha fazla savaş harcamasına ve NATO politikalarına biat etmeye zorlayacak bir basınç unsuruna dönüşecektir.

***

Militarizm ve savaş zirvesinden yansıyan tablo, işçi sınıfı ve emekçiler açısından yalnızca artan güvencesizlik, yoksulluk ve baskı demektir. NATO’nun “yeni” konsepti, emperyalist saldırganlığın güncellenmiş halidir. 

Yeni silahlanma yarışı, kapitalist sistemin çözüm üretme yeteneğini tümüyle yitirdiğini, artık yalnızca savaş, yıkım ve zorbalıkla ayakta kalabildiğini ortaya koymaktadır. 

NATO, halen halkların geleceğini tehdit eden dünyadaki en büyük savaş aygıtıdır. Bundan dolayı dünyanın tüm ilerici-devrimci güçlerinin “Emperyalist savaş aygıtı NATO dağıtılsın!” talebiyle mücadeleyi yükseltmeleri büyük bir önem taşıyor.