Gezi Direnişi başlangıçtı, mücadele Greif’te devam ediyor - Zafer Onat

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 19 Şubat 2014
  • 23:57

Gezi Direnişi’nde Türkiye’nin dört bir yanında sokakları dolduran ve tarihsel öneme sahip bir mücadeleye imza atan insanların büyük bir bölümünün evlerine döndüğü, siyasal grupların seçim gündemine kilitlendiği, sokak eylemlerinin etkisini ve anlamını kaybettiği, forumların etkisinin şimdilik zayıfladığı bir dönemde Hadımköy’deki Greif (Sunjit) Çuval fabrikasından Gezi Direnişi’nden alışık olduğumuz bir slogan duyuldu: “Bu daha başlangıç mücadeleye devam.”

Kuşkusuz bu slogan ilk kez Gezi Direnişiyle atılmadı ve yine kuşku yok ki Greif (Sunjit) direnişi son dönemde ortaya çıkan militan işçi direnişlerinin devamı olma özelliği taşıyor. Çel-Mer, Kazova, Feniş gibi işyerlerinde gördüğümüz işyerinin işgal edilmesi şeklindeki doğrudan eylem yöntemine Greif işçileri fiili grev silahını da ekledi. Grevi neredeyse imkansız hale getiren yasal düzenlemeler ve uzlaşmacı sendikal anlayış karşısında Greif işçilerinin fiili grevi Türkiye’de çok rastlamadığımız bir örnek teşkil ediyor. Bu direnişin en büyük gücü ve önemi, üretimin de devam ettiği bir fabrikada başlamış olmasında yatıyor. Ancak bunun ötesinde önemli bir kısmı gençlerden oluşan Greif işçileri radikal mücadele yöntemlerini ve hedefleri hızla sahipleniyor ve uygulamaya koyuyorlar.

Diğer yandan sendikacılığı masa başında, işçilere sormadan, patronla uzlaşarak çözmek olarak gören sendika bürokrasisi dumura uğramış gözüküyor. Sendika bürokratları; işçilerin onlara kızmalarına, sendika binalarını basmalarına, işgal etmelerine, hatta onları darp etmelerine yabancı değil. Ancak bu ülkede mücadele içine giren işçiler, uzlaşmacı sendikacıların gerçek yüzünü çoğu zaman iş işten geçtikten sonra gördüğü için bu tepkilerin bürokratların konumlarını ve sendikal yapıyı etkilediği söylenemez.  1990 yılındaki büyük madenci yürüyüşü, 2002 yılındaki Paşabahçe Şişecam direnişi, 2005 yılındaki SEKA direnişi, TEKEL işçilerinin 2009 yılındaki Ankara direnişi ve saymakla bitiremeyeceğimiz irili ufaklı onlarca işçi direnişi, üyesi oldukları sendikaların tutumları nedeniyle yenilgiyle sonuçlandı. Böyle örneklerin büyük bir çoğunluğunda işçiler sendikaya farklı boyutlarda tepki gösterseler de hepsinde iş işten geçmiş oluyordu.

Tüm bu deneyimler ortadayken Greif işçilerinin, direnişin ilk günlerinden bu yana üyesi oldukları DİSK Tekstil sendikasını da eleştiren bir tutum almalarını bir hata olarak değerlendirmek değil; ayakta alkışlamak gerekiyor. Mücadelelerini sahiplenmek yerine internet sitelerinde yayınladıkları yazıyla eleştirmeyi seçen sendikaya karşı tepki göstermelerinin meşruluğu tartışma konusu bile edilmemelidir. Bu tavır ve cesaretleri yüzünden işçileri eleştiren sol çevreler ise ya bu deneyimleri hatırlayacak tarihsel hafızaya sahip değil ya da sendikal bürokrasiyle göbek bağları yüzünden faydacı söylemler geliştirmekten başka çare bulamıyorlar. Anlaşılan Greif işçileri bir ders de yozlaşmış bürokratik sendikal yapının özüne dokunmadan sadece yönetimini değiştirmeyi sınıf mücadelesi zannedenlere verecek.

Diğer yandan sendikal bürokrasiye karşı Greif işçilerinin birileri tarafından sendika içindeki hesapları için kullanıldığı söylemi kulaktan kulağa dillendiriliyor. İşçilerin bu tavrını sendika içindeki iktidar kavgaları için kullanmaya niyetli olanlar varsa, onlar da gereken cevabı alacaktır. Fakat konuyu, bu noktadan ele almak, gerçek sorunlarla yüzleşmekten kaçınmaktan başka bir anlam ifade etmiyor. Sendikalar içinde ayak oyunlarıyla, kulislerle koltuk elde eden ve yıllarca bu koltukları terk etmeyenlerin bu bahaneye sığınmaları şaşırtıcı olmasa da sadece DİSK’e bağlı sendikalarda değil, bütün diğer sendikalar içinde devrimcilik iddiasında olan ve sınıf mücadelesine samimiyetle inananların, bunu Greif işçilerine destek vermemenin gerekçesi olarak öne sürme hakları yok. Greif işçilerinin DİSK’e çağrısı çok açıktır. İşçiler özetle “Biz direnmeye karar verdiysek, asıl riski biz alıyoruz, eğer siz bizim örgütümüz olduğunuz iddiasındaysanız yanımızda olmak zorundasınız.” Diyorlar. Yanlarında olmaktan kastettikleri de öyle boş destek mesajları yollamak, üç beş temsilciyle fabrika önüne gelmek değil, on binleri direniş alanına toplayarak ve örgütlü oldukları diğer iş yerlerini harekete geçirerek zafere ulaşmalarına katkı sunmaktır… Bu, kişisel veya örgütsel çıkarlarını, işçi sınıfının genel çıkarlarının önüne koymayan, taban inisiyatifine dayalı ve mücadeleci bir sınıf örgütü yaratma niyetinde olanların heyecanla karşılık vermeleri gereken bir çağrıdır.

Kapitalizmin küresel düzeyde kriz içinde olduğu, toplumsal hareketlerin dünya çapında yükseldiği, zaman zaman yıkıcı bir etkiye kavuştuğu, Türkiye özelinde de sistemin kendini reforme etmekte güçlük çektiği bu dönemde en büyük sorun mücadele hedeflerinin sistem içi taleplerle sınırlı, araçlarının da etkisiz olmasıdır. Devrimci bir alternatifin ortaya konulamadığı koşullarda dünya pek çok yerindeki toplumsal hareketlerin egemen güçler tarafından manipüle edilmelerine, sistem içine çekilmelerine veya egemen güçler arasındaki iktidar kavgasının aracı haline getirilebilmelerine şaşırmamak gerekiyor.

Gezi Direnişi de kitlelerin mücadeleye girme niyetlerini ortaya çıkarmış; ancak sokak çatışmalarının ve sembolik protestoların ötesine geçemeyen mücadele biçimleri bir dönem yükselen öz güveni ortadan kaldırmıştır. Diğer yandan hükümetin değişmesi ve rejimin demokratikleştirilmesiyle sınırlı hedefler, mücadele dinamiğini sandığa ve sistem içine gömmüştür. AKP karşıtlığıyla sınırlı politik söylemler, geniş emekçi kitlelerinin, egemen güçler arasındaki iktidar savaşında taraf olmasına yol açmıştır. Kapitalizmi hedef tahtasına koyan ve sınıfın devrimci potansiyeline dayanan bir mücadele hattı oluşturmadığımız sürece bu sarmaldan çıkma şansımız bulunmamaktadır.

Greif direnişi ise, Haziran’da açığa çıkan dalgayı bir adım öteye taşıyan, yani somut sınıfsal taleplerle ortaya çıkan ve üretimden gelen gücü kullanan bir yansıması olarak görülmelidir. Gezi Direnişi, somut sınıfsal taleplerle ortaya çıkmamış olsa da ranta, kentin yağmalanmasına, emperyal saldırganlığa dayalı sermaye politikalarına ve bu politikaları yaşama geçirebilmenin aracı olan otoriter siyasal iktidara, bir karşı çıkış olarak anti-kapitalist nüveler taşımaktadır. Giderek etkisini daha fazla hissettiren krizle birlikte sınıfsal taleplerin daha somut olarak açığa çıkacağı ve sadece sokaklardan değil, aynı zamanda yaşam ve iş alanlarından yükselecek yeni mücadelelerin ortaya çıkması mümkün gözükmektedir. Dolayısıyla Greif direnişinin başarısı yeni bir dalganın başlangıcı olabilir. Bu noktada Gezi mücadelesinin kitlesellik, dayanışma ve taban demokrasisine dayalı gücünü ve deneyimlerini Greif direnişiyle birleştirmeyi başarabilmek büyük önem taşımaktadır.

soldefter / 19.02.14