Siyaset yöntemini kamplaşma üzerine kuran Erdoğan, kabadayı üslubunu ise değiştirmeden sürdürüyor. Zira elinde bulundurduğu güç ve imkanlarla birlikte, toplum içerisinde oluşturulan gerilimin fazlasıyla kendine yaradığını biliyor. Her ne kadar önemli ve öfkeli bir toplumsal kesimin karşı kampta yer aldığını görse de. Sonuç olarak bugün güncel politikada kimsenin ondan daha fazla sesi çıkmıyor, çıkamıyor. Çıkmasına izin de verilmiyor.
Yeri geliyor hekimlik değerlerine ihanet etmeyen sağlıkçılara, önünde cübbelerini iliklemeyen hukukçulara, biat etmeyen aydınlara, kalemini AKP’ye kiralamayan gazetecilere demediğini bırakmıyor. Yeri geliyor üniversitelerde barış istedikleri için akademisyenlere çatıyor, sözünü söylemekten çekinmeyen, doğru bildiğinden dönmeyen öğrencilerin öğrenim hayatlarını tehdit ediyor, onları zindanlara attırıyor.
Erdoğan’ın kendine çizdiği cephe hattında şimdiye kadar kimlerle birlikte mevzi tuttuğu, beraber yürüdüğü biliniyor. Çıkarlar ortaklaştığı müddetçe aynı siperden atış yapanların şimdilerde “karşı taraf” olması meselenin özünü değiştirmiyor. Bugün saldırının hedefinde olan muhalefet odakları Erdoğan’ın bulunduğu mevzide olmayı reddediyorlar. Erdoğan’ın temsil ettiği sınıf ve konumu üzerinden işçi sınıfı da “ayak takımı” görüldüğü için, doğası gereği hep karşı cephedeydi. “Ayaklar baş olmasın” diye bu yüzden sürekli topa tutuldu. OHAL yasalarının verdiği kolaylıkla sınıf mücadelesinin bir parçası olan grevler yasaklandı. Kürt halkı, Aleviler, kadınlar ise zaten onlar için her zaman karşı cephede, en ezeli düşmandı.
***
Erdoğan’ın kendisini ve iktidarını sarsan Haziran Direnişi’ne olan öfkesine, bu direnişin popülaritesini düşürmek için çabasına, onu kitleler nezdinde gözden düşürmeye çalışmasına da sık sık tanık oluyoruz. Erdoğan için Berkin Gezi demek, Gezi ise olası bir toplumsal başkaldırının ilham kaynağı demek. Bu yüzden yeri geliyor Berkin’le, yeri geliyor Gezi Direnişi’yle uğraşıyor.
Erdoğan geçtiğimiz günlerde “Yeditepe Bienali”nin açılışında yaptığı konuşmada Gezi’ye bir kez daha çattı ve şunları söyledi: “Şimdi Atatürk Kültür Merkezi’ni Türkiye’nin bir numaralı opera binası olarak yapıyoruz. Buna da çok bağırdı o ‘Geziciler’. İstediğiniz kadar bağırın. Çatlayın patlayın bak yıktık. Ve inşallah kısa zamanda da orada dünyada sayılı muhteşem bir opera binasını çok amaçlı olarak yapıyoruz.”
Tüm bunların gerisinde, bugün kendisine karşı olduğunu bildiği milyonların Haziran Direnişi vesilesiyle aynı safta buluşmasının yarattığı bir korku var. Bu nedenle hem tek tek toplumsal muhalefet odaklarına, hem de tümünün aynı safta buluştuğu Haziran Direnişi’ne saldırıyor. Erdoğan Haziran benzeri bir direnişin tekrar yaşanmasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Toplumsal muhalefetin bir parçası olan kurum ve kişilere karşı girişilen devlet terörünün asıl amacı da budur. AKM’nin yıkılması da aslında sadece eskimiş bir binanın yıkılması işlemi değildir. Bu bir hesaplaşma, bu hesaplaşmada kimin kazandığının görüleceği bir güç gösterisi ve meydan okumadır.
O halde, burjuvazinin demir yumruğu olarak hareket eden Erdoğan ve iktidarının meydan okumalarına karşı, devrimci sınıf ekseni üzerinden yanıt verme görevi bir kez daha işçi sınıfını, emekçileri, ilerici muhalif olan tüm kesimleri beklemektedir.