Hırsızlık, yolsuzluk, talan…

Emekçilerin ve toplumun ilerici kesimlerinin duyarlılığı örgütlü ve eylemli mücadeleye dönüştüğünde, rejimin “hilkat garibesi” suratı daha da belirginleşecektir. Yalan, sahte vaat, rüşvet ve dezenformasyonla inşa ettikleri, baskı, terör ve tetikçi yargı yoluyla ayakta tuttukları gayrimeşru rejim, kendi payandaları ile birlikte tarihin çöplüğünü boylayacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Mayıs 2025
  • 17:30

“Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir” (Karl Marx)

Gerici-faşist rejimin şefi Tayyip Erdoğan, iktidara geldiğinden beri sistemli bir şekilde yinelediği “Eski Türkiye ve yeni Türkiye” söylemi üzerinden politika yürüttü. Bu süreçte ekonomik, sosyal, siyasal vb. bütün sorunları, kendinden önceki iktidarların ya da beceriksiz muhalefet partilerinin sırtına yıkmakta oldukça ustalaştı. Neredeyse her vaazında riyakarlığın sınırlarını alt-üst eden Erdoğan, yaklaşık 23 yıldır iktidarda olmasına rağmen şimdi de ülkenin içinde bulunduğu vahim durumdan CHP’yi sorumlu tutuyor. İzlediği politikalarla bataklığı her gün derinleştiren Saray rejiminin şefi, bu yaklaşımı ile toplumla fütursuzca alay ediyor.

AKP iktidarında kamu yararına yapılan bir takım “hizmetler” bir lütuf diye sunuldu. Milyonlarca işçi-emekçinin alın terinden kesilen vergilerle yapılan yollar, köprüler, tüneller, barajlar, okullar, hastaneler vb. tüm altyapı çalışmaları, devletin görevi değilmiş de sanki Erdoğan’ın “lütfuymuş” gibi topluma empoze edildi. AKP’nin siyasi propagandası halen bunlar üzerinden devam ediyor. Topluma “bir lütuf” diye sunulan işlerin ihalelerini ise, AKP’ye yakınlığıyla bilinen yandaş sermaye şirketleri “kamu adına” yok pahasına almaktadır. “Beşli çete” şahsında temsil edilen bu şirketlerin çoğu “borç üstlenim taahhüdü” adı altında hazineden garanti alırken, tek kuruş dahi vergi ödemiyor. Alınan bütün bu ihaleler ile yapılan “hizmetler”, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modelinden kaynaklı astarı yüzünden çok daha maliyetli oluyor. Bütünüyle sermayedarların yararına olan bu durum ile kamu kaynakları yıllarca bir avuç kapitaliste peşkeş çekildi. Geçilmeyen yollardan, otoyollardan, tünellerden, köprülerden, kullanılmayan havaalanlarından vb. alınan ücretlerin hazineye ciddi bir mali yük haline geldiği, OECD raporlarında bile zikredilmeye başlandı. 

***

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Orta Vadeli Program (OVP) üzerinden bir dizi ekonomik saldırının adımını atmıştı. Bu programla birlikte pek çok hak gasp edilirken, düşük ücret dayatması, esnek çalışmaya yönelik düzenlemeler, ağır ve güvencesiz çalışma koşullarının yaygınlaştırılması, kamu harcamalarının kısılması gibi pek çok saldırı gerçekleştirildi. Emekçilere “boğaz sıkma” programını dayatan AKP-MHP rejimi, yüzleri kızarmadan lüks ve şatafat içindeki yaşamlarını “itibardan tasarruf olmaz” diyerek sürdürüyorlar. Ekonomik kriz, hayat pahalılığı, yüksek enflasyon vb. bahane edilerek yapılan tüm bu saldırılarla milyonlar felakete sürüklenirken, genel olarak sermaye sınıfı özel olarak AKP’li yandaş sermaye grupları kârlarına kâr katmaya devam ediyor.

****

AKP-MHP rejimi gelinen aşamada boğazına kadar yolsuzluğa batmış durumda. Mafyatik bir saltanat kurmanın verdiği güç ve rahatlıkla giderek pervasızlaşan iktidar, “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali kendini temize çıkarmaya çalışıyor. En kaba haliyle AKP iktidarı boyunca ortaya çıkan binlerce yolsuzluk davası ya soruşturulmadı ya da yargı aparatı eliyle hasır altı edildi. Zaman zaman muhalefet tarafından gündeme getirilen bu yolsuzluklar silsilesi, buz dağının sadece görünen kısmını oluşturuyor. Belediyeler üzerinden yapılan hırsızlık, yolsuzluk, zimmete para geçirme, liyakatsizlik, adam kayırmacılık, haraç toplama, mala çökme vb. gelinen aşamada AKP belediyeciliğinin “temel karakteri” olmuş durumda. Belediyelerde liyakat dışı işçi ve memur alımı, ihaleye fesat karıştırma, gerici dernek ve vakıflara yardım ve hibe, cemaatlere özel imtiyazlar vb. AKP’li belediyelerin olmazsa olmaz “tipik” özellikleridir.

Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e yönelik yapılan yüzlerce şikayet ve açılan davaları, savcılık incelenmeye bile tenezzül etmedi. Hatta kendi “dava” arkadaşları tarafından suçlanmış olmasına rağmen oldu bütün bunlar. Keza Binali Yıldırım’ın oğlunun uyuşturucu ticareti yaptığı çete lideri Sedat Peker tarafından pek çok kez dile getirilmesine rağmen, ortada olan suçlar soruşturmaya konu bile edilmedi. Cemaat ve tarikat üyelerinin devletin kritik noktalarında kadrolaşması için yıllar boyunca üniversite sınav sorularını çaldılar. Soruların çalınması ile binlerce öğrencinin hakkı gasp edildi. Bunu yapanların sorumluları ise hiçbir biçimde hesap vermedi. Bugün benzer haksızlık ve adam kayırmacılık “mülakat” adı altında en fütursuz haliyle sürdürülüyor. Gerçekten başarılı olanlar değil yandaş ya da devletin önemli kademesinde “dayısı” olanlar bu mülakatları geçebiliyor. Belli ki AKP’li olmak bu mülakatları geçebilmek için önemli bir “detay” sayılmaktadır.

Baştan kokan balık artık tepeden tırnağa çürümeye başlamış durumda. Pis kokuları ortalığı kaplayan 17-25 Aralık yolsuzluğu, ayakkabı kutularında saklanan milyon dolarlar, sıfırlanan yüz milyonlarca Euro, Egemen Bağış ve Zafer Çağlayan’ın başını çektiği dört hırsız bakanın hasır altı edilmiş rüşvet ve yolsuzluk dosyaları, Bülent Arınç’ın Melih Gökçek’e Ankara’yı “parsel parsel sattınız” açıklaması, eski AKP Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu hakkında yapılan yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarının video görüntüleri… Bu liste arşa kadar uzatılabilir. Buna rağmen “yüce yargı” herhangi bir soruşturma açma ihtiyacı duymadı. Ne de olsa bu bataklıkta semirenlerin tümü “dini bütün” ve “alnı secde gören” kişilerden oluşuyor.

Her gözeneğinden pislik fışkırmasına rağmen rejim, kendini “pirüpak” diye pazarlayarak toplumun aklı ve bilinciyle küstahça alay ediyor. Ancak söz konusu muhalefet olduğunda, Saray’ın tetikçiliğini yapan “yargı” sinekten yağ çıkarırcasına bir hassasiyet gösteriyor. Saray despotluğuna biat etmeyenleri sahte delillere dayalı soruşturmalarla, gözaltı ve tutuklama saldırısıyla susturmaya çalışıyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyinin zayıf olduğu bugünün koşullarında, medyanın da iğrenç propagandası ile “at izi it izine” sistemli bir şekilde karıştırılıyor. Fakat sokak mücadelelerinin güçlenmesi ve kitlelerin (özellikle gençliğin) tepkisi bu bulanıklığın da berraklaşmasını sağlıyor.

Emekçilerin ve toplumun ilerici kesimlerinin duyarlılığı örgütlü ve eylemli mücadeleye dönüştüğünde, rejimin “hilkat garibesi” suratı daha da belirginleşecektir. Yalan, sahte vaat, rüşvet ve dezenformasyonla inşa ettikleri, baskı, terör ve tetikçi yargı yoluyla ayakta tuttukları gayrimeşru rejim, kendi payandaları ile birlikte tarihin çöplüğünü boylayacaktır.

K. Torlak