“Yeryüzünde konaklayan” bir ozanın tanıklıktan taraflaşmaya serüveni...

Neruda: “Çünkü ben insanlığın tahıl ambarında bir tohumum.”

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 23 Eylül 2016
  • 07:25

Pablo Neruda 23 Eylül 1973’te öldü. Ve milyonlarca kez doğdu. Kalemini acılarla yoğurdu, sesini uzun süren sessizliklerin sonunda pırıl pırıl duyurdu.

Genç yaşlarda okuduğu ve çok sevdiği Çek öykü yazarı Jan Neruda’dan etkilenerek Pablo Neruda ismini aldı. Öğretmen bir anne ve işçi bir babanın oğlu olan Neruda erken yaşlarda annesini kaybeder. Genç yaşlarda şiir yazmaya başlar, yarışmalara katılır. Öğrenci Birliği’nde sol fikirlerle tanışır. İyi bir gözlemcidir. Halkının yoksulluğuna, siyasal sürecin çatışmalarına, Şili’nin iklimine ne damgasını vurduysa Neruda’nın şiirinde onu görürsünüz. Ancak gerçek anlamda politikleşmesi birçok kayıp ve katliamdan sonra olmuştur.

Güneydoğu Asya’ya konsolosluk yapmaya gider. Tanık olur Neruda yoksulluğa, yoksunluğa, yozluğa. Bir de çektiği aşk acısı vardır, bu ağır bir melankoli olur şiirlerinde. Ancak hayatın gerçekliği, Asya halklarının yaşadığı zulüm ve yoksulluk onun şiirlerindeki ve yüreğindeki melankoliyi bir kenara atar. Yaşamın gerçekliğini dolaysız olarak anlatmaya başlar.

“Bilmek acı çekmektir. Ve bildik;
Karanlıktan çıkıp gelen her haber
Gereken acıyı verdi bize:
Gerçeklere dönüştü bu dedikodu,
Karanlık kapıyı tuttu aydınlık,
Değişime uğradı acılar.
Gerçek bu ölümde yaşam oldu.
Ağırdı sessizliğin çuvalı.”

Toplumsal gerçekçi anlamda iyi eserler hep çatışmaların ortasında çıkmıştır. Nazım’ı, Jara’yı, Brecht’i bugün bu anlamda ileriyi temsil eden tüm yaratımlar aslında karanlık dönemlerin üretimi olmuşlar. Neftali Ricardo Reyes Basoalto’yı Pablo Neruda yapan, yani gerçek anlamda taraf olmasını sağlayan 1934 İspanya’sıdır. Şiir anlayışı ve yaşamı üzerinde etkiler bırakan İspanya İç Savaşı, o dönemde tanıştığı Lorca ve birçok sanatçı tarihe ve yaşama sadece tanık olamayacağını anlatır Neruda’ya. Tanıklık yetmez, taraf olmak gerekir. Franko faşizmine karşı Halk Cephesi’ni destekler. Taraf olması ile birlikte görevinden alınır Neruda.

Karanlık zamanlardır ve Brecht’in deyimi ile “karanlık zamanlar üzerine türküler söyleyeceğimiz zaman” da yakındır. 1937’de Halk Cephesi yenilir ve İspanya’dan sınır dışı edilir ancak mücadele sürmektedir. Paris’te komitelerin kurulmasına destek olur.

Şili’de başlayan serüveni Fransa, Güney Asya, İspanya’dan sonra Meksika’ya uzanır. Nazilerin saldırısına uğrar ve ardından “Stalingrad Sevdası”nı yoğunlaştırır.

“Havanın getirdiği neyse
onundur onur,
dünün ve yarının şarkılarının, 
annelerinin ve oğullarınındır 
ve torunlarınındır onur,
ey Stalingrad.”
(“Üçüncü konaklama” kitabının 5. bölümünden)

Şili’ye döner, 1945’te Şili Komünist Partisi’ne girer ve senatör olur. Şili’de ise sol güçlerin desteği ile başkan olan Videla, sözlerini yerine getirmez. Neruda’nın Videla’ya açık mektubunun ardından devlet düşmanı ilan edilir. Ardından tutuklama kararı çıkar, kaçak olarak yaşar Şili’de. Neruda bu süreçte biriktirir, biriktirir, biriktirir. Yoğunlaşmasını bu biriktirdiklerinin üzerine kurar. Kaçaklığın verdiği sıkışmışlık ve sonsuz özgürlük duygusunu, emekçilerin ürkek ancak cesur saklama girişimlerini, yoksulluklarına rağmen paylaşma çokluklarını biriktirir Neruda.

Biriktirme, yoğunlaşma ve arınma

Neruda’nın serüveni coğrafi sınırları zorlar. Arjantin, Macaristan, Polonya, İtalya, Çin, Sovyetler, Küba... Bu sırada Nazım’la tanışır. Yılları, yolları ve zamanları geç karşılaşsa da iki ozan, aslında benzer süreçleri yaşamışlardır. Birbirlerine derin bir dostluk ile bağlanırlar. Nazım için Neruda “Onun yanında biz şair bile olamayız” der. 

Neruda’nın Şili’ye döndükten sonraki şiirleri bir arınmanın ifadesidir. Dolaylı anlatımdan daha çok ne anlattığına odaklanır. Dildeki simgeselliği bırakır ve daha düz ancak derine inen bir çabaya döner şiiri.

1969’da solun adayı Allende başkan olarak seçilir. Emperyalizm bundan hoşnut olmaz ve orduya baskı yapmaya başlar. 11 Eylül 1973 yılında Pinochet yönetimindeki askeri faşist cunta kanlı bir darbe gerçekleştirir. Neruda  o sıralar kanser hastasıdır. Evi basılır, yağmalanır, hakkında gözaltı kararı çıkartılır. Neruda 23 Eylül 1973’te kanserden ölür.

Neruda’nın hayatı “yeryüzünde konaklayan” bir ozanın serüvenidir. Başakların büyüdüğü tarlalarda öldürülen tüm halklarla, yeniden doğacaktır!

G. Umut