Sınıf mücadelesinin her anı, yüzlerce yıllık mücadele tarihinin izlerini, birikimlerini taşır, yansıtır. Olumlu veya olumsuz yönleriyle her deneyim ileriyi görmek, geleceği kazanmak adına önemlidir. Bunu ortaya koymanın en etkileyici yollarından biri ise günümüzde hiç kuşku yok ki sinemadır.
Politik sinemanın kendine has anlatım gücüne sahip kardeşleri Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne’nin yeni filmleri Two Days, One Night (İki Gün, Bir Gece), kapitalizmin egemenliğindeki günümüz toplumunda işçi sınıfının durumuna ayna tutması bakımından son dönemin dikkat çeken filmlerinden.
Kamera Belçika işçi sınıfına çevriliyor
Filmi yöneten Dardenne Kardeşler, İki Gün, Bir Gece’de Belçika’nın Liège şehrinde çalışan işçilerin hayatlarına kameralarını çevirerek onların hikâyelerini anlatıyorlar. Başrolünü Marion Cotillard’ın oynadığı film, Cotillard’ın canlandırdığı işçi Sandra’nın çalıştığı yerden kovulmamak için kendisiyle beraber çalışan 16 işçiyi 1000 Euro’luk primden vazgeçirmesi ve arkadaşlarını kendisi lehine oy kullanarak işine geri dönmesi için ikna etme çabasını anlatıyor.
Filmin ana ekseni bu olmakla beraber, güneş panelleri üreten bir fabrikada çalışan Sandra’nın, başlangıçta işini kaybetme korkusuyla giriştiği mücadele, günümüz kapitalizminin ve onun sömürüsü altında ezilen işçi sınıfının yaşadığı sorunları bir dizi detayla görünür kılıyor.
Film, Sandra’nın, depresyon yüzünden bir süre izin aldıktan sonra işine dönmesiyle başlıyor. Sandra’nın izinli olduğu süre zarfında, patron, Sandra’nın iş arkadaşlarına 1000’er Euro prim karşılığında Sandra’yı işten çıkarmayı teklif ediyor. İşyerindeki işçiler “ya Sandra işten çıkarılacak ya da ekstra maaş bonuslarınızdan vazgeçeceksiniz” dayatmasıyla karşı karşıya bırakılıyor.
İşçi sınıfı içerisinde vahşi rekabet
Patronun isteğiyle yapılan bu ilk oylamada, işyerindeki patron yandaşı ustabaşının işçiler üzerinde etki oluşturmasıyla tüm işçiler Sandra’nın işten atılmasına neden olacak olan prim ödemesini kabul ediyorlar. Sandra’nın bu duruma itiraz etmesi ve yeni bir oylama için verdiği çabalar sonucunda işyerinde gizli oylama yöntemiyle bir oylama daha yapılması patron tarafından kabul ediliyor. İşte, filme de ismini veren Sandra’nın 2 gün 1 gecelik maratonu böyle başlamış oluyor. Filmin sonraki kısmında, Sandra’nın temas kurduğu işçiler üzerinden, işçi sınıfının iç bölünmüşlüğü ve işçiler arasındaki vahşi rekabete ayna tutuluyor.
Sandra, bu iki günlük süreçte çalışma arkadaşlarını maaş bonuslarından vazgeçip çalışmaya devam etmesinden yana oy kullanmalarına ikna etmek için kolları sıvıyor. Ancak, iki çocuk annesi Sandra’nın bu mücadeleye girişmesi hiç de kolay olmuyor. Dardenne Kardeşler’in güçlü anlatımıyla zenginleşen bu ruh hali, umutsuzluk içindeki Sandra’ya, eşi tarafından verilen destekle apayrı bir anlam kazanıyor. Harekete geçmek istemeyen, var olan durumu kabullenme eğiliminde olan Sandra’nın özgüven sorununu aşması için en büyük destekçisi kendisi de bir restaurantta çalışan eşi oluyor. İşyerindeki mesai arkadaşlarının kapısını çalmak için cesaretini toplayamayan bir şeyleri değiştirebileceğine dair inancı zayıf olan Sandra’ya, karşılaştığı her olumsuzlukta eşi omuz veriyor.
Hayatın öğreticiliği
Sandra’nın özgüvenini kazanma sürecindeki girişimleri ise, hayatın öğreticiliğini gösteren birçok sahneyle zihinlere kazınıyor. Arkadaşlarını ikna etmek için onların kapılarını çalan Sandra, kapitalist sistemde işsizliğin, özelde emekçi kadınlar genelde ise işçi ve emekçiler açısından ölümle eşdeğer olduğu gerçeğini de gösteriyor. Genç kadının konuştuğu tüm işçiler yaşadıkları ekonomik darboğazdan ve geçim sıkıntısından bahsederek, alacakları primin onlar için önemini ifade ediyorlar.
Filmde ayrıca, kadın işçilerin erkek egemen sistem içerisindeki kuşatılmışlığı da çarpıcı biçimde işleniyor. Bu gerçek, Sandra’nın diğer işçileri ikna etme çabaları sırasında kapısını çaldığı bir kadın işçinin yaşamı üzerinden çarpıcı biçimde işleniyor. Sandra’nın işten çıkarılmasını doğru bulmayan ve prim parasından vazgeçmek için eşiyle konuşacağını söyleyen kadın işçi, bu süreçte eşinin bencilliğini görerek evliliğini noktalama kararı alıyor ve kendi yaşamıyla ilgili de bir tercih yapmış oluyor.
Filmin işaret ettiği başka bir gerçek ise kapitalist sistemde göçmen işçiler gerçeği oluyor. Sadece Belçikalı değil ülkeye farklı ülkelerden daha iyi bir yaşam uğruna gelen ve kıt kanaat geçinen göçmen işçilerin zorluklarla dolu hayat mücadelesini görüyoruz filmde. Çarpıcı biçimde anlatılan bu sahneler, kapitalistler tarafından işçiler arasında geliştirilmek istenen rekabet kültürüne de darbe vuruyor ve bunun panzehirinin dayanışma olduğunu öne çıkarıyor.
Filmin finali ise, ortaya konan sınıfsal gerçeği ustaca anlatan bir şekilde sona eriyor. Film boyunca, kendisi ve ailesi için hayati önemde olan işi için çaba harcayan Sandra, birçok işçiyi ikna etmesine rağmen pazartesi günü yapılan gizli oylamada oy çoğunluğuna erişemiyor fakat elinden geleni yapmanın huzuruyla kendisine destek veren arkadaşlarıyla vedalaşıyor. İşyerinden ayrılmak üzereyken bu kez patronun görüşme teklifi geliyor.
Patronun, işe geri alınması karşılığında başka bir işçi arkadaşının işten atılacağını söylemesi Sandra’yı bildiği doğrulardan vazgeçiremiyor. Sandra, patronun sözde ‘bahşettiği’ bu hakkı elinin tersiyle itiyor ve sınıfının onuruna yakışan bir şekilde patronun ahlaksızca teklifini reddetmekte tereddüt etmiyor.
Boyun eğmeme ve dayanışma
İki Gün, Bir Gece; kapitalist sistemde aşağılanan, keyfi uygulamalara maruz kalan işçi sınıfının tablosunu yalın ve etkileyici bir şekilde izleyiciye anlatıyor. Film ve Dardenne Kardeşler sinemasının, tek bir bireye odaklanma tercihi hakkında bir dizi eleştiriyi saklı tutarsak, film genel olarak var olanı kabullenmenin, haksızlıklar karşısında boyun eğmenin karşısında mücadeleyi, dayanışmayı öne çıkarıyor.
İki Gün Bir Gece, işçi sınıfını yani bizim hikayemizi farklı bir pencereden anlatıyor.
D. Umut - M. Ak