Patron sesleniyordu:
- Aciz Efendi! Aciz Efendi!
Derhal yanında olabilmek için fırladım sandalyemden. Patronum ikinci seslenişten sonra yanında olmazsam çok kızar. Sandalyemden fırladığım gibi odasına vardım.
- Geldim efendim.
- İki tane çok önemli misafirim gelecek. Ofisi pırıl pırıl yapmanı istiyorum senden. Pencerelerin kenarlarındaki tozları almayı unutma sakın.
- Hay hay efendim.
- Ne o? Son zamanlarda ses tonun değişik. Bir şeye mi sinirlisin?
- Hayır efendim, değilim.
- İyi! Ben de öyle tahmin etmiştim.
Aslında o benden daha iyi biliyordu sinirlendiğimi. Hem neye sinirlendiğimi de çok iyi biliyordu.
Muhasebe ofisinde çalışıyorum. Buraya gireli bir hafta falan oldu. Bu kadar işsizliğin içinde en nihayetinde kuru ekmek alabilecek bir işe girdim diye seviniyordum. Patronum Nadi Bey ile işe başlamadan önce konuştuğumuzda, evrakları getirip götürmek, fotokopi çektirmek gibi işlerle uğraşacağımı söyledi. Asgari ücretin biraz altında anlaşmıştık. Olsun, demiştim kendi kendime. Bunca işsiz varken ve ortada çok iş yokken beğenmezlik etmemeliyim, dedim. Ancak hiç anlaştığımız gibi olmadı. Bir haftada canımdan bezdirdi Nadi Bey. Ofisin temizliğini ben yaparım. Dışarıdan çay kahve söylemez çok para gitmesin diye, onları da ben yaparım. Bazen koliler gelir bize, bir adam tutup taşıttırmaz, onu da ben hallederim. Bir isteği daha var Nadi Bey’in: İtirazı sevmez, ne derse “Hay hay efendim!” karşılığını almak ister. Heee o karşılığı vermez misin, o zaman başkaları verirmiş. Benim gibi binlerce insan varmış sırada. El mahkum, ses çıkartamıyorum bu adama.
Bir saat içinde ofisi tertemiz yaptım. Dip bucak her yere girdim. Bir tane toz gösterecek adamın alnını karışlarım. Bal dök yala misali bir temizlik yaptım, o derece yani. Temizlik bitti oturacağım derken, patronum Nadi Bey çıktı geldi.
- Hmmm… Evet, fena değil, idare eder temizlik. Bizim küçük bir kırmızı halımız vardı Aciz Efendi, onu çıkar da ser yere.
- Hay hay efendim.
- Halıyı serdikten sonra odama girip masamı da bir toparlayıver.
- Hay hay efendim.
Dediklerini yaptım. Patronumun misafirleri gelmişti. Patronum onları karşılarken öyle çok eğildi ki ben laminantları öpecek sandım. Odasına geçtiler. Hemen beni çağırdı. Koştum yanlarına.
- Misafirlerimize sor bakalım ne içecekler. Yo, yo ya da sorma. Sen onlara bol köpüklü bir kahve yap. Harika bir şey olsun. Özen göster.
- Hay hay efendim.
Kahvelerini yaptım, güzelce misafirlere servis ettim. Bundan sonra biraz otururum diye düşünüyordum ama yoook, nerde! Beyefendilerin arabalarının camları silinecekmiş, onu da benim yapmam gerekiyormuş. Aşağı indim, arabaların camlarını sildim, pırıl pırıl ettim. Ben yukarı çıktığımda onlar da gidiyorlardı zaten. Misafirleri yolcu ettikten sonra sandalyeme yöneldim. Artık ayaklarımı hissetmiyordum. Kendimi yere bırakmak üzereydim ki düşmeden imdadıma yetişti Nadi Bey.
- Onların ayaklarının çamur ettiği yerleri bir daha siliver!
- Hay hay efendim.
Ben yerleri silmeye başladığımda yanıma geldi.
- Baksana! Biz sana sigorta yapıyor muyduk?
- Evet. On beş gün gösteriyorsunuz efendim.
- Onu birkaç ay göstermesek olur mu? Malum, işleri biliyorsun. Çok kesat.
- Hay hay efendim.
- Hatta yemeklerimizi de artık evden getirelim. Gerekirse yemek yemeyelim. Çok çalışalım. Çok çalışalım ki çok kazanalım.
- Hay hay efendim. Siz nasıl derseniz.
- Nefes alıyor musun Aciz Efendi?
- Eh, çok şükür arada alıyorum efendim.
- Alma. Onu da mesai saatleri dışında al. Mesai saatleri dışında al ki iş aksamasın.
- Hay hay efendim! Hay hay!
Kemal Kaçamak