Emek denizinin üstünde binlerce yıl önce üç-dört ağacın sarmaşıklarla birbirine bağlandığı sandallar yüzüyordu. Onlarca sandal birbirinden zerre farkı olmadan yol alıyordu. Ola ki sandalın biri batacak gibi olursa, diğer sandaldakiler batan sandaldakileri kurtarıp, kıyıya yanaşıp birlikte yeni bir sandal yapıyordu.
Sonra, başka sandal gruplarıyla savaşlar oluyordu. İlkin yenilen sandal grubunun üyeleri ya öldürülüyor ya da kendi gruplarına alınıyordu. Tümüyle eşit bir ilişkiydi yeni katılanlarla. Ne harcadıkları emek ne de yedikleri-içtikleri diğerlerinden farklıydı. Ama ürün elde ettikleri araçlar ve beraberinde sandallar geliştikçe farklılaşmalar başladı. Artık savaşta yenilen sandal grubundakiler öldürülmüyor, gruba da alınmıyordu. Köle yapılıyordu.
Köle sahipleri kölelerle aynı sandalda gitmek yerine kölelere bir gemi yaptırdılar. Gemi, sandal kümesinin ortasına yerleştirildi. Neredeyse sandal kümesinin üstüne... Gemidekiler emek harcamadan suda yol alıyordu bu sayede. Enerjilerini, sandaldakilerin tuttuğu balıkları yemeğe harcıyorlardı sadece.
Binlerce yıl içinde yaşanan ilerlemeyle gemi ve sandallar da yeni anlamlara kavuştular. Artık lüks denecek geminin adı kapitalizmdi. Gemide hep kapitalistler olduğu için adı da kapitalizm olmuştu. Sandallar da küçük teknelere evrilmişti. Sandalları yürüten kölelerdi, tekneleri yürüten ücretli köleler. İşleyiş bin yıllar önceki gibiydi. Gemi teknelerin ortasında, üzerine çökmüştü. Gemiye yol aldıran teknelerdi, ücretli kölelerdi.
Teknoloji ilerlemiş, ama ücretli kölelerin koşulları kölelerinkinden daha kötüleşmişti. Kölenin tuttuğu iki balıktan birini köle sahibi köleye veriyordu. Köle güçten düşer, ölürse kendisinin de yiyeceği bir balık azalacaktı. Şimdi ücretli köle 100 balık tutabiliyor, ama aldığı ücretle bir balık ancak alabiliyordu.
Böyle olunca gemide balık birikti, birikti, birikti... Geminin ağırlığı arttıkça batacak gibi oldu. Gemidekiler çığlık çığlığa teknedekilere bağırdı:
“Arkadaşlar aynı gemideyiz. Batan hepimizin gemisi...”
H. Ortakçı