Hasan “Hadi gel senle bir oyun oynayalım” dediğinde çok şaşırmıştı Ezgi. Gözaltına alınanlardan kaynaklı kaygı ve telaşla Hasan’a bir şeyler anlatırken, Hasan oyun oynama sevdasındaydı. Ezgi evden çıkıp gidecekti ama Hasan kolundan tutup içeriki odaya sürüklemişti onu.
“Yoldaş, gözaltına alınan yoldaşlarımız için ben de üzgünüm. Ama telaşlı ve kaygılı değilim. Oyuna gelince, az sabret, anlarsın bunun ne oyunu olduğunu” dedi Hasan. Ezgi’ye masanın yanındaki sandalyeyi göstererek “otur” dedi. Kendisi de diğer sandalyeye oturdu. Eğilip yerden bir poşet çıkardı ve içindekileri masaya döktü. Hepsi de aynı büyüklükte numaralandırılmış tahta parçaları masayı kapladı.
Tahtaları yüksekçe diktörgen bir “kule” gibi dizdi. Sonra “kulenin” ortalarından bir tahta çekti. Hasan tahtayı çekerken Ezgi “Aman yıkacaksın” diye haykırdı. Hasan yine sakin bir şekilde “Telaşa gerek yok yoldaş. Hadi sen de bir tane çek” dedi. Ezgi eli titreyerek bir tahta çekti. Titreyen tahta kendisiyle beraber birkaç tahtayı da yerinden oynattı. Hasan bir tahta daha çekecek gibi yöneldi, ama tahta çekmedi, elinin tersiyle vurup “kuleyi” yıktı. Sonra Ezgi’ye döndü.
“Oyun bitti yoldaş. Tek tek tahtaları çekseydik en az yarısını çekene dek yıkılmazlardı. Neden? Çünkü tahtaları dizerken zorunlu olmadıkça birbirlerine bağlantılı dizmedim. Her tahta var oldukça yapıyı güçlendiriyor ama yok olunca kendi çapı oranında yapıyı güçsüzleştiriyordu. Yapıdan eksilen tahta istese çok çok iki üç tahtayı daha etkiler. Demem o ki, gözaltına alınan yoldaşlar içinde düşkünleşen çıksa bile en fazla bir iki kişi için somut bir şey söyleyebilir. Geri kalan yalan polis fezlekesi olur. Ki bunu kimseyi düşkünleştirmeyi başaramadıklarında “gizli tanık” gibi bir heyulayla yapıyorlar. Yani kimse boş boğazlık edip, iç illegalite ilkelerini boşa düşürmediyse ortada üzülecek bir durum var ama kaygılanacak hiç bir şey yok.”
“İyi de sen niye elinin tersiyle yıktın onları?” Ezgi’nin sesinden telaş gitmiş sadece merak vardı.
“Yapıyı sağlam dikmek gerekiyor. Ama elimin altında, yine de istediğim anda elimin tersiyle yerle bir edebileceğimi gösterdim.”
“İyi de neden?” Hasan yine Ezgi’yi kolundan tuttu. Balkona çıktılar. Bahçedeki ağacı gösterdi Hasan.
“Bu ağaç da elimin altında. Peki elimin tersiyle onu yıkabilir miyim?”
“Valla Hasan yoldaş olarak yıkamazsın. Ama yaratıksan belki!”
“Yaratık olmaya ne hacet bir baltayla yarım saat içinde ağacı yıkarım. Peki yıksam ağaç ölür mü?”
“Ölmez.”
“Neden?”
“Çünkü toprağın altında kökleri var. Süresini bilmiyorum ama kökler yeniden ağaca boy verir. Hatta ağaç daha güçlü olsun diye buduyorlar da.”
“Hah işte yoldaş anlatacaklarımın özü bu. Bir şey daha ekleyeyim. Toprağın altındaki köklerin de yaşıyor olması gerek. Kökler yaşamıyorsa, kestiğim yer 1 milim dahi uzamaz. Yaşayan köklerin belirtisi de toprağın altına doğru uzamasıdır. Eğer kökler uzamıyorsa ağaç da büyümez ama biraz büyürse o kökler onu taşıyamaz. Bir de yerinde saymak diyalektik düşünürsek zaten gerilemedir, ölmedir. Yani yaşayan kökler toprağı daha derinden, daha sıkı kucaklamayı sürdürür. Bunu yapmıyorsa o kökler zaten ölmüştür, var ama yoktur.”
Ezgi karnını göstererek, “Bu arada yoldaş sakinleşince daha kahvaltı bile yapmadığımı fark ettim. Daha doğrusu o fark ettirdi.” İki yoldaş mutfağın yolunu tuttu. Bu sefer Ezgi, Hasan’ın koluna yapışmıştı.
H. Ortakçı